Zemânla, yanlış fırkalar, yollar unutuldu. Şimdi, İslâm memleketlerinin çoğu, bu doğru fırkadadır. Bu Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate uymayan, yalnız yehûdî olan (Abdüllah bin Sebe’)in kurduğu, şî’î fırkası kalmışdır. Şî’îler, (Hilâfet, Alînin “radıyallahü anh” hakkı iken, Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ”, zor ile onun hakkını aldı) diyorlar. Eshâb-ı kirâmın çoğunu kötülüyorlar.
[Bugün, müslimân denilen ve ümmet-i Muhammediyye olarak tanınanlar, ehl-i sünnet ile şî’î ve vehhâbîlerden ibâret gibidir. İngilizlerin Hindistânda kurdukları (Ahmediyye veyâ Kâdiyânî) denilen zındıklar ile Behâîlerin ve (Teblîg-ı cemâ’at)denilen mezhebsizlerin, zındıkların müslimânlığa bağlılıkları yokdur. Bunların üçü de (Ehl-i Sünnet)den ayrılmışlardır.]
Ehl-i sünnet fırkası, iş ve ibâdet bakımından dört (Mezheb)e ayrılmışdır: Birincisi,(Hanefî mezhebi) olup, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit “rahmetullahi aleyh” mezhebidir. Hanîf, doğru inanan, islâmiyyete sarılan kimse demekdir. Ebû Hanîfe, hakîkî müslimânların babası demekdir. İmâm-ı a’zamın, Hanîfe adında bir kızı yokdu. Ehl-i sünnetin dört mezhebinden ikincisi, (Mâlikî mezhebi) olup, imâm-ı Mâlik bin Enes “rahmetullahi aleyh” mezhebidir. Üçüncüsü, (Şâfi’î mezhebi) olup, imâm-ı Muhammed bin İdrîs Şâfi’î “rahmetullahi aleyh” mezhebidir. İmâmın dedesinin dedesi olan (Şâfi’) hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan olduğu için, kendisine ve mezhebine Şâfi’î denildi. Dördüncüsü(Hanbelî mezhebi) olup, Ahmed ibni Hanbel “rahmetullahi aleyh” mezhebidir. İmâm-ı a’zam 80, Mâlik 90, Şâfi’î 150, Ahmed 164 hicrî senelerinde tevellüd ve 150 [m. 767] ve 179 ve 204 ve 241 senelerinde vefât etdikleri ibni Âbidîn mukaddemesinde yazılıdır “rahmetullahi aleyhim”.
Ehl-i sünnet yolunu öğrenmek istiyen, dört mezhebden birinin kitâblarını okumalıdır.
Bu dört mezheb, i’tikâdca, birbirinden ayrı değildir. Hepsi Ehl-i sünnet fırkasında olup, îmânları, inanışları, dinlerinin temeli birdir. İslâm milletinde bu dört imâm; büyük, herkesce kabûl edilmiş, inanılır müctehidlerdir. Yalnız ahkâm-ı islâmiyyede, ya’nî iş bakımından, ba’zı ufak şeylerde ayrılmışlardır. Şöyle ki:
Allahü teâlâ ve Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, mü’minlere merhamet etdikleri için, ba’zı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmedi. [Açıkca bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmıyanlar günâha girer, farza ve sünnete kıymet vermiyenler de kâfir olurdu. Mü’minlerin hâli güç olurdu.] Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek lâzım olur.