23 — (Osmânlı pâdişâhlarının kuvvetini halîfelik de artdırdıkdan sonra, sultânlar, milletin gözünde yarım ma’bûd gibi oldular. Onların bir işâreti ile, servet, haysiyyet, şeref, hattâ can dahî yok edilirdi. Bu dikta işkencesi, Allahın Cehennemlerinden ziyâde korku verirdi) diyor.
Cevâb: İslâm dîni (İslâmiyyetin yasak etdiği emrlere itâ’at olunmaz. Bunlara karşı da gelinmez) maddesini anayasaların başına koymuşdur. İslâm milletlerinin başında bulunanlar, ister pâdişâh, ister halîfe veyâ başka ism taşısınlar, her istediğini yapdırmak derecesine çıkamazlar. Hiçbir vakt, yarı ma’bûd olamazlar. Pâdişâhlar arasında böyle aşırı davrananlar aslâ görülmedi. Çok merhametli olanları, afv edicileri oldu. Çöküntü, zulmden değil, merhametden doğdu. Bu hâlleri, dinden değil, dîni dinlememelerinden olmuşdur. İslâmiyyetin, devlet reîslerini de içine koyduğu şartlar, sınırlar, islâm milletlerinin hepsi tarafından her zemân bilinmekde idi. İslâmiyyet, islâmiyyete uymayan, kanûnsuz hareket eden devlet başkanlarının keyfî emrlerini tanımamağı, dahâ Avrupalılar (İnsan hakları beyânnâmesi)ni yazmadan çok evvel, müslimânlara yalnız bir hak değil, bir vazîfe olarak da vermişdir.
24 — Reformcu diyor ki, (Dînin kendisi değil, fekat müslimânlardaki din anlayışı ve dîne dayanan dikta idâresi, kökünü yine dinden alan âile terbiyesi, ferdi, sosyal hayâtda başarısız bir hâle düşürmüşdür.)
Cevâb: (Vur abalıya) ata sözünü hâtırlatacak şeklde, her kabâhati dîne yükletmek ve dînin kendisi değil de, din anlayışı gibi kaçamak kelimeler arkasında maskelenmek, dinde reformcuların başlıca prensibidir. Dînin, dikta idâresini değil, adâleti emr etdiği, güneş gibi meydândadır. Bu hakîkati reformcunun inkâr etmesi, kör olanın güneşi inkâr etmesi gibidir. Bu inkâra ilm değil, maskaralık denir.
25 — (Kazâ ve kader bilgisi karşısında boynu bükük, elinde birşey olmadığına inanan müslimânlar, asrlarca korku altında yaşayarak, orta çağlarda, Avrupada kırbaç altında titreyen esîrler gibi, mutî’, zelîl, yaltakçı ve yalancı oldular. Osmânlıları fenâlığın bu derecelerine kadar sürükleyen sebeb, dindeki kazâ, kader, tevekkül, kanâat etmek ve müslimân olmak için, yalnız kalble inanıp bunu kısaca söyleyivermek husûslarıdır. Kazâ ve kader ile tevekkül, müslimânların azm ve irâdesini yok etmiş, çalışmalarına, varlıklarına güveni kaldırarak, işkencelere ve her dürlü aşağılığa katlanmak derecelerine düşürmüş. Aza kanâat etmek, milleti tenbel yapmış. Îmânın bu kadar basît olması da, müslimân olmak için, medenî ve ahlâkî meziyyetlerden hiçbirinin lâzım olmadığı ve her kötülükle îmânın birleşebileceği fikrini doğurmuş, hem tenbelliğe, hem de ahlâksızlığa yol açmışdır) diyorlar.