Hele, itâ’at etmiyenleri öldürüyorsa, kendini tehlükeye atmak, kimseye câiz olmaz. (Hediyyet-ü ibn-il-imâd) kitâbına yazdığım şerhde ve (El-metâlib-ülvefiyye) kitâbında bu konuda geniş bilgi vardır.)
İbni Âbidîn, bâgîleri anlatırken diyor ki, müslimânlar, bir memleketde emîn ve râhat ibâdet eder ve huzûr içinde yaşarlarsa, hükûmete karşı isyân etmeleri câiz olmaz. Hükûmet zulm yaparsa, zulme karşı gelmeleri fitneye sebeb olursa, yine câiz olmaz. Böyle sultâna yardım etmek, zulme yardım etmek olur. Karşı gelenlere de yardım edilmez. Çünki, câiz olmıyan şeye yardım edilmez. [Müslimânların ibâdet yapmalarına, çocuklarına din bilgisi öğretmelerine mâni’ olmak ve harâm işlemelerine, îmânlarının bozulmasına sebeb olmak, en büyük zulmdür.] Hükûmet zulm yapmıyor ise iktidârı ele geçirmek için isyân edenlere (Bâgî) denir. Müslimânların bu hükûmete yardım etmeleri lâzım olur. Çünki hadîs-i şerîfde, (Fitneyi uyandırana la’net olsun!) buyuruldu. İsyân edenler, hükûmete ve müslimânlara kâfir der ve mallarına, canlarına saldırırlarsa, bunlara (Hâricî) denir. Bu inanışları, şer’î delîli te’vîl sebebi ile ise, bunlar kâfir olmaz. Şimdi ba’zı kimseler de, kendileri gibi inanmıyan müslimânlara kâfir diyor, saldırıyorlar. Bu işleri delîlleri te’vîl ile olduğu için, kendilerine kâfir denilemez ise de, te’vîlden haberi olmıyanları kâfir oluyorlar. Sultân âdil olsun, zâlim olsun islâmiyyete uygun olan emrlerine itâ’at etmek vâcibdir. Devlet reîsi, mürted veyâ mecnûn yâhud islâmiyyeti tatbîkden âciz olursa, azl ya’nî hal’ olunur. Azli fitneye sebeb olursa, zararı az olana tehammül edilir. Bir müslimân, kahr ve zor ile halîfenin yerine iktidârı eline alırsa buna itâ’at olunur. Kâfir hükûmetin ta’yîn etdiği müslimân vâlî, ahkâm-ı islâmiyyeyi tatbîk ederse, buna itâ’at olunur. Tatbîk edemezse veyâ vâlî de kâfir ise, müslimânlar, içlerinden birini müftî, emîr ta’yîn ederler. Bu müftî, ahkâm-ı islâmiyyeyi icrâ eder. Buna da imkân olmazsa, esâret hayâtı olur. Fitneye sebeb olmamak lâzım olur. İbni Âbidînden terceme temâm oldu. Buradan anlaşılıyor ki, sultân Abdül’azîz hânın “rahmetullahi teâlâ aleyh” hal’i için şeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendinin ve ikinci Abdülhamîd hânın “rahmetullahi teâlâ aleyh” hal’i için fetvâ emîni hâcı Nûri efendi imtinâ’ edince, yerine bir yobazın, silâh tehdîdi ile ve ölüm korkusu ile imzâladıkları fetvâlar meşrû’ değildi. Bu iki fetvânın sahîh olmadıkları, uydurma sebeblere dayandıkları (Türkiye târîhi)nde yazılıdır. Bunun için, bu iki sultân, ölünciye kadar meşrû’ halîfe idi. Yine bunun için, meşhûr 93 harbinde ve Balkan ve Birinci cihân harblerinde Osmânlılar mağlûb oldu. Çünki, bu üç harbi, islâm hükûmeti değil, islâmdan nasîbi olmayan komüteciler çıkarmış ve idâre etmişlerdi.