Hâlbuki hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Resûl-i ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” öz kardeşi değildir. Genel olan şeyin ise, istisnâ ile ayrılması, mantık ilminde, zan gösterir. Onun için, sözün hükmünü, ma’nâsını, bir menzile, bir yer için aramak lâzım olur. Bunun için de, hadîs-i şerîfdeki menzile kelimesinin sonundaki (t) harfi, bir tek ma’nâsını bildiriyor. (Hârûnun yerinde) izâfeti, izâfetlerin çoğunda olduğu gibi, izâfet-i ahdiyyedir. Ya’nî genel ma’nâ bildirmez. (Ancak) kelimesi de (Fekat) demekdir. O hâlde, sözün ma’nâsı, kat’î değil zannî oldu. Böyle sözlerde, belli olmıyan birşey, başka bilgiler yardımı ile anlaşılır. Ya’nî (menzile) ile (Hârûn) arasındaki bağlantı, Hârûnun yalnız, benî İsrâil için halîfe olduğunu gösterdiği gibi, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” de Tebük gazâsında Medîne-i münevverede halîfe bırakıldığını gösterir, dedim.
—(Halîfe bırakmak, onun üstün olduğunu bildiriyor. Birinci halîfe olması lâzım gelir), dedi.
—Öyle ise, Abdüllah ibni ümm-i Mektûmun “radıyallahü teâlâ anh” da halîfe olması lâzım gelir. Çünki, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Onu ve başkalarını da, Medîne-i münevverede, halîfe, ya’nî kendi yerine vekîl bırakmışdı. Şu hâlde, halîfelikde birinciliği, buna ve başkalarına vermeyip de, hazret-i Alîyi “radıyallahü teâlâ anh”, ayırmanızın sebebi nedir? Bundan başka, yerine vekîl bırakılmak, üstünlüğe sebeb olsaydı, Alî “radıyallahü anh” (Beni kadınlarla, çocuklarla, zevallılarla birlikde mi bırakıyorsun?) diyerek üzülmezdi. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz de, Alînin “radıyallahü anh” gönlünü almak için (Sen benim yanımda Hârûnun Mûsâ yanındaki yeri gibi olmağı beğenmiyor musun?) buyurmazdı, dedim.
—(Ehl-i sünnetin üsûl bilgisine göre, sebebin ayrı olmasına değil, sözün genel olmasına bakılır.)
—Vesîka olarak, sebebin ayrı olmasını ele almıyorum. Ancak, hadîs-i şerîfdeki, belli olmıyan birşeyin, yalnız, (Husûsî) olduğunu gösteren bir işâret olduğunu söylüyorum, dedim. Susdu.
Bundan başka, bu hadîs-i şerîf, zâten sened olarak gösterilmez. Çünki, sözbirliği ile bildirilmiş değildir. Kimi sahîh, kimi hasen, kimi de za’îf hadîsdir, dedi. İbnülcevzî ise, mevdû’ olduğunu bildirmekdedir. [Ebülferec Cemâleddîn hâfız Abdürrahmân bin Aliyyülcevzî “rahmetullahi aleyh” büyük hadîs âlimidir. 508 de Bağdâdda tevellüd, 597 [m. 1201] de orada vefât etdi. Yüzden fazla kitâb yazdı. Mugnî adındaki tefsîri meşhûrdur.] Bununla, imâm-ı Alînin “radıyallahü teâlâ anh” birinci halîfe olması, nasıl anlaşılır ki, delîlin meşhûr nass olması lâzımdır, dedim.