Doktor gelince, (Efendim! İmperatör hazretleri beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedâva bakacağım!) dedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kabûl buyurdu. Emr eyledi, bir ev verdiler. Hergün nefîs yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçdi. Hiç bir müslimân, doktora gelmedi. Doktor, utanıp gelerek, (Efendim! Buraya, size hizmet etmeğe geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içdim, râhat etdim. Artık gideyim) diye izn isteyince, Peygamberimiz, (Sen bilirsin. Eğer dahâ kalırsan, müsâfire hizmet etmek, ona ikrâm etmek, müslimânların vazîfesidir. Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünki, Eshâbım hasta olmaz! İslâm dîni, hasta olmamak yolunu göstermişdir. Eshâbım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yimez ve sofradan, doymadan önce kalkar) buyurdu.
Bunu söylemekle müslimân hiç hasta olmaz demek istemiyoruz. Fekat sıhhatine ve temizliğe i’tinâ eden bir müslimân, sağlam kalır, kolay kolay hasta olmaz. Ölüm hakdır. Hiç bir kimse ölümden kurtulamaz ve her hangi bir hastalık sonucu ölecekdir. Fekat, o vakte kadar sıhhatini koruyabilmesi, ancak müslimânlıkda emr edilen husûslara ve temizliğe riâyet sâyesinde olur.
Hıristiyanlığın en revaçda olduğu orta çağda, büyük tıb âlimleri, yalnız müslimânlardı ve Avrupalılar Endülüse tıb tahsîl etmeğe gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, müslimân Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1211 [m. 1796] da bu aşıyı Avrupaya götürdü ve haksız olarak (Çiçek aşısını bulan kimse) ünvânını aldı. Hâlbuki, tâm bir zulmet diyârı olan o zemânki Avrupada insanlar, hastalıkdan kırılıyordu. Fransa kralı Onbeşinci Louis 1774 de çiçekden öldü. Avrupa uzun zemân vebâ ve kolera salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon (Napoléon) 1212 [m. 1798] de Akkâ kal’asını muhâsara etdiği zemân, ordusunda vebâ zuhûr etmiş ve hastalığa karşı çâresiz kalınca, düşmanı olan Müslimân Türklerden yardım istemek zorunda kalmışdı. O zemân yazılan bir Fransız eserinde şöyle demekdedir: (Türkler, ricâmızı kabûl ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nûr yüzlü kimselerdi. Evvelâ düâ etdiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhûr eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıtdılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkin olduğu kadar onlara yaklaşmamasını tenbîh etdiler. Hastaların elbiselerini yakdılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihâyet tekrâr ellerini yıkadılar ve hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrâr düâ ederek ve bizden hiç bir ücret veyâ hediyye kabûl etmeden yanımızdan ayrıldılar.)