Müslimânlıkda, zengin, fakîr, soylu, köylü, me’mûr, işçi, tüccâr, herkes Allahü teâlânın huzûrunda birdir ve birbirinin kardeşleridir. Ben, hangi müslimân memleketine gitdi isem, kendimi kendi evimde ve kardeşlerimin yanında his etdim.
Son olarak şunu söyliyeceğim: İslâmiyyet, insanları bütün gün boyunca hem dürüst çalışmağa ve hem de Allahü teâlâya karşı kulluk, ibâdet vazîfesini yapmağa da’vet eder. Bugünkü hıristiyanlık ise, insanları yalnız Pazar günü, güyâ düâ etmeğe, diğer günlerde ise, Allahü teâlâyı temâmen unutarak, dünyâ işlerine, günâhlara sevk eder.
İşte, bütün bunlar için müslimân oldum ve müslimân olduğum için iftihâr ediyorum.
17
CELÂLEDDÎN LAUDER BRUNTON
(İngiliz)
(Meşhûr bir âileden gelen ve baronet ünvanını taşıyan Sir Brunton, Oxford Üniversitesinden me’zûn olup, neşriyyâtı ile şöhret yapmışdır.)
Bana niçin müslimân olduğumu bildirmek fırsatını verdiğiniz için, size minnet borçluyum. Ben, hıristiyan bir anne ve babanın te’sîri altında büyüdüm. Genç yaşımda, ilâhiyyat ile de meşgûl oldum. Misyonerlerle tanışdım ve onların yabancı memleketlerdeki fe’aliyyetleri ile yakından alâkadâr oldum. Kalbimden onlara yardım arzûsu gelmişdi. Resmen bir vazîfe almadan, onlarla birlikde seyâhate çıkdım. Doğrusunu söylemek gerekirse, din dersleri aldığım hâlde, hıristiyanlığın (insanların günâhkâr olarak dünyâya geldiği ve dünyâda muhakkak çile çekmesi îcâb etdiği) nazariyyesi, bana garîb geliyordu. Bu nazariyyeye isyân ediyordum. Bu sebeb ile yavaş yavaş hıristiyanlıkdan nefret etmeğe başlamışdım. Zîrâ ben, kendisinde her şeyi yaratabilmek kudreti bulunan Allahü teâlânın yalnız günâhkâr mahlûklar yaratmasını, Onun kudret ve merhametine yakışdıramıyor, bunun için, Allahü teâlâyı böyle tavsîf eden bir dînin hakîkî olamıyacağını düşünüyordum. Acabâ başka dinler bu husûsda ne telkîn ediyor diye, diğer dinleri de tedkîk etmeğe karar verdim. Kalbimde, âdil, merhametli, müşfik bir ilâha büyük bir ihtiyâc duyuyor, böyle bir Allahı arıyordum. Acabâ, Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hakîkî nasrânî dîni bu muydu? Yoksa Onun telkîn etdiği temiz din, zemânla bozulmuş muydu?