(Mu’tezil), ayrılan demekdir. (Mu’tezile)nin ikinci bir ismi,(Kaderiyye)dir. Çünki bunlar, kaderi inkâr ederler. (Kul kendi yapdıklarının yaratıcısıdır. Allah hiçbir zemân fenâlık yaratmaz. İnsanın irâde ve yaratmak kudreti vardır. O hâlde bir fenâlık yapmışsa, bütün mes’ûliyyet ondadır. Bunu kader veyâ mukadderât ile te’vîl etmek imkânı yokdur) demekdedirler. Hasen-i Basrînin talebesi olan ve dâimâ onun meclisinde bulunan, Vâsıl bin Atâ, kaderiyye düşüncesini ortaya çıkardı. Onun için, kadere inanan, Hasen-i Basrî, onu yanından uzaklaşdırdı.
(Tesavvuf ehli)ne ya’nî Sôfîlere göre, Hakîkî var olan ancak Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, mutlak varlık, mutlak iyilik, mutlak güzellik sâhibidir. O, gizli bir hazîne iken, kendini tanıtmak istedi. Dünyâyı ve dünyâda yaşıyanları yaratmasının sebebi budur. Allahü teâlâ, hiçbir mahlûka hulûl etmemişdir. (Ya’nî onların içinde değildir.) Hiçbir insan, ilah olamaz. Allahü teâlâ insanın sıfatlarını kendi sıfatlarına benziyen bir sûretde yaratmışdır. Fekat, bu benzeyiş o kadar azdır ki, Onun sıfatlarını deniz sayarsak, insanın sıfatları ancak onun köpüğü olur.
Tesavvufun gâyesi, insanı (Ma’rifet-i ilâhiyye)ye kavuşdurmakdır. Ya’nî Allahü teâlânın sıfatlarını tanıtmakdır. Onun zâtını, ya’nî kendisini tanımak mümkin değildir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Allahü teâlânın zâtını düşünmeyiniz. Onun ni’metlerini düşününüz!)buyurmuşdur. Ya’nî, Onun kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve insanlara verdiği ni’metleri düşünmelidir. Bir kerre de, (Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşündüğün zemân, hâtırına her ne gelirse, bu gelenlerin hiçbiri, Allah değildir) buyurdu. İnsanın aklının kapasitesi, sâhası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları anlıyamaz. Bunları düşünürse, yanılır. Hakîkate kavuşamaz. İnsan aklı, insan düşüncesi, din bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlıyamaz. Bunun için, din bilgilerine felsefe karışdıranlar, islâm dîninin gösterdiği doğru yoldan ayrılmışlar, (Bid’at ehli) veyâ (Mürted) olmuşlardır. Bid’at ehli olanlar, kâfir değildir, müslimândırlar. Fekat, doğru yoldan ayrılmış, yetmişiki bozuk fırkanın birinden olmuşlardır. Bu, felsefe kurbanlarının, Kur’ân-ı kerîmden anladıkları yanlış akîdeler, küfre sebeb olmadığı için, müslimândırlar. (İslâm felsefesi diye birşey yokdur. İslâmiyyete sonradan felsefe karışdıranlar olmuşdur) dememiz lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimlerine “rahime-hümullahü teâlâ” göre, islâm bilgilerinin ölçüsü, insan aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan [ma’nâları açık olan] âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerdir. Tesavvufun esâsı insanın kendini (aczini, zevallılığını) tanımakdır.