Bunu kırmayıp, bir secde eder, sonra gidip yine tanrılarımıza tapınırız. Bir zararı olmaz dediler. Bunlar secdede iken, İbrâhîm aleyhisselâm, (Yâ Rabbî! Gücümün yetdiği bu kadar! Dahâ fazlasını yapdırmak elimden gelmiyor. Bunları hidâyete, se’âdete kavuşdurmak, ancak senin kudretindedir. Bunlara müslimânlık nasîb eyle!) dedi. Düâsı kabûl olup, hepsi müslimân oldu. Harâm işleyecek kimseye gizlice nasîhat edilir. Harâm işlemekde olana, tatlılıkla orada söylenir. Herkese önce gizli, tenhâda nasîhat vermek, dahâ te’sîrli olur.
Birinin sözünü yanlış anlamak da, gadabına sebeb olur. Böyle zemânlarda az ve açık söylemek, şübheli kelimeler kullanmamak lâzımdır. Birşeyi kapalı anlatmak, dinliyene sıkıntı verir. Onu incitir. Emr-i ma’rûf yapmanın üç şartı vardır: Birincisi, Allahü teâlânın emrini ve yasağını bildirmeğe niyyet etmekdir. İkincisi, söylediğinin vesîkasını, kaynağını bilmekdir. Üçüncüsü, hâsıl olacak sıkıntılara sabr etmekdir. Yumuşak söylemek, sertlik yapmamak lâzımdır. Sert söyliyen ve münâkaşa eden fitne çıkmasına sebeb olur. Hazret-i Ömer halîfe iken, Abdüllah ibni Mes’ûd ile “radıyallahü anhüm” bir gece Medîne içinde dolaşıyorlardı. Bir kapıdan tegannî, şarkı söyliyen kadın sesi duydu. Kapı deliğinden içerisini gözetledi. Önünde şerâb şişesi, karşısında şarkıcı bir kız bulunan ihtiyâr gördü. Hemen pencereden içeri girdi. Yâ Emîrelmü’minîn! Allahü teâlânın rızâsı için beni dinler misin? deyince, söyle bakalım, buyurdu. Ben, Allahü teâlâya bir isyânda bulundum. Fekat sen, onun üç emrine isyân etdin, dedi. Nedir onlar? deyince, Allahü teâlâ, başkasının evini gözetlemeyiniz buyuruyor. Sen, kapıdan içerisini gözetledin. Allahü teâlâ, başkasının evine izn almadan girmeyiniz buyurdu. Sen iznsiz girdin. Allahü teâlâ, evlere kapılarından giriniz ve selâm veriniz buyurdu, sen ise, pencereden girdin ve selâm vermedin, dedi. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buna adâlet ile ve insâf ile cevâb vererek, doğru söyledin dedi ve ondan afv diledi. Ağlayarak dışarı çıkdı.
Nasîhat verene ve bütün müslimânlara hüsn-i zan etmek, iyi karşılamak lâzımdır. Sözlerini, mümkin olduğu kadar iyiye yormalıdır. Müslimânın hayrlı ve sâlih olduğuna inanmak, ibâdet olur. Bir müslimâna sû-i zan ederek ona inanmamak, kötü huylu olmayı gösterir. İşitilen sözü, anlamaya çalışmalı, anlıyamadığını sormalıdır. Söz sâhibine hemen sû-i zan etmemelidir. Şeytânın kalbe getirdiği vesveselerden en çok başardığı, sû-i zan vesvesesidir. Sû-i zan etmek harâmdır. Bir sözden iyi ma’nâ çıkarmağa imkân bulunamazsa, bunun hatâ ile, yanlışlıkla veyâ unutarak söylenebileceği düşünülmelidir.