Kabûl edeceğini zan ederek tevbe edeni afv eder.
[Allahü teâlânın, Peygamberlerine “salevâtullahi teâlâ ve teslîmâtühu aleyhim ecma’în” haber vermesine, bildirmesine (Vahy) denir. Vahy, iki dürlüdür: Cebrâîl ismindeki bir melek, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek Peygambere okur. Buna, (Vahy-i metlû’) denir. Bu vahyin kelimeleri de, ma’nâları da Allahdan gelmişdir. Kur’ân-ı kerîm, vahy-i metlû’dür. Vahyin ikinci kısmı, (Vahy-i gayr-i metlû’)dür. Bu vahy, Allahü teâlâ tarafından Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm” kalbine bildirilir. Peygamber, bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler. Bu sözlere, (Hadîs-i kudsî) denir. Hadîs-i kudsînin kelimeleri, Peygamberdendir. Peygamberin “aleyhissalâtü vesselâm” kelimeleri de, ma’nâları da kendinden olan sözlerine,(Hadîs-i şerîf) denir.]
Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâya hüsn-i zan etmek, ibâdetdir) ve (Kendisinden başka ilâh olmıyan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allahü teâlâ kendisine hüsn-i zan ederek yapılan düâyı, elbette kabûl eder) ve (Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehenneme atılmasını emr eder. Cehenneme götürülürken arkasına dönerek, yâ Rabbî! Dünyâda sana hep hüsn-i zan etdim deyince, onu Cehenneme götürmeyiniz! Kulumu, bana olan zannı gibi karşılarım buyurur) buyuruldu.
Sâlih veyâ fâsık olduğu bilinmiyen mü’mine hüsn-i zan etmelidir. Fâsık ve sâlih olmasının ihtimâli müsâvi ise (Şek), şübhe denir. Müsâvî değilse fazla olana (Zan), az olana (Vehm)denir.
Bu yaşa erişdin ne amel kıldın?
Ömrün gelip geçdi, pişmân mı oldun?
Şimdi huzûruma ne yüzle geldin,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
İki yol gösterdim, hem akıl verdim,
bir yolu seçmekde serbest bırakdım.
İslâmiyyeti terk edip, nefsine uydun,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
Soğuk, sıcak dedin abdest almadın,
dünyâya daldın, nemâz kılmadın.
Cenâbet gezip, gusl etmedin,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?