Cennetde Tûbâ ağacı vardır. Bu ağacın, kökleri yukarıda, dal ve budakları, aşağıya doğru sarkmakdadır. Bunun, dünyâda misâli, ay ve güneşdir.
Ve dahî, Cennet ehli, yimek ve içmek tadını ve zevkini duyarlar ve lâkin ifrâzât hâcetini hissetmediklerinden bu gibi beşerî ihtiyâc ve ızdırâblarından berîdirler.
Allahü teâlâ, Cennetde mü’min kullarına hitâb edip: (Kullarım! Benden dahâ ne istersiniz ki vereyim. Siz zevk ve safâda olun!) buyura. Kullar dahî, yâ Rabbî! Bizi Cehennemden âzâd eyledin ve Cennetine idhâl edip, bu kadar hûri ve gılman ve vildan verdin. Bunlardan ma’dâ, akla gelmedik ve gözler görmedik ve kulaklar işitmedik, bu kadar ni’metler verdin. Dahâ bir şey istemeğe hayâ ederiz dedikde, Rabbül-âlemîn yine hitâb edip: (Kullarım! Sizin benden, bunlardan başka isteyeceğiniz var) dedikde, kullar dahî, yâ Rabbî, dahâ istemeğe yüzümüz yokdur. Ve hem de ne isteyeceğimizi bilmiyoruz, dediklerinde, Rabbül-âlemîn buyursa gerek,(Kullarım! Dünyâda size bir mes’ele iktizâ edince ne yapardınız?) Onlar dahî, ulemâya başvururduk ve o mes’eleyi öğrenip, müşkilimiz hâl edilirdi dedikde, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri, (Şimdi dahî, öyle yapınız ve ulemâya danışınız, haber alınız! Ve her ne haber verirlerse, size vereyim) diye buyurdukda, ulemâ da: Sizler Cemâlullahı unutdunuz mu? Dünyâda iken, derdiniz ki, Rabbimiz Cennetde, mekândan münezzeh olduğu hâlde cemâlini bize gösterse gerek, diye arzû ederdiniz. İşte onu isteyiniz deyip, onlar dahî rü’yet-i cemâlullahı istediklerinde, Allahü azîm-üş-şân, mekândan münezzeh olduğu hâlde, cemâl-i bâkemâlini gösterse gerek. Hak teâlânın cemâl-i pâkini gördükde, nice bin yıllar, hayran kalsalar gerekdir.
Ve dahî, Cennetde kişi, köşkünde otururken, etrafında, pencereler önlerinde meyveler vardır. Kullar, o meyveleri gördükde, uzanayım, o dalı çekeyim de, meyveyi koparıp, yiyeyim diye, hâtırına geldikde, oturduğu yerden, kalkmağa ve dalı çekmeğe hâcet kalmaz. Hemen oturduğu yere istediği dal önüne gelir, meyveyi koparır, ağzına koyar ve çiğneyip, henüz lezzeti buğazına ulaşmadan, kopardığı yerden, bir dahâsı biter. Ağzına koyduğunda, olgun ve lezîzdir. Böylece (Rabbül-izze), tâze bitirse gerekdir.
Âkıl isen kıl nemâzı, çün se’âdet tâcıdır.
Sen nemâzı öyle bil ki, mü’minin mi’râcıdır.