İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Mekrûh, vâcibin veyâ sünnetin terk edilmesidir. Birincisi tahrîmen, ikincisi ise tenzîhen mekrûh olur.) (Halebî-yi kebîr)de diyor ki, (Sünneti terk etmek, tenzîhen mekrûh olur. Vâcibi terk etmek, tahrîmen mekrûh olur.) (Fetâvâ-yi Sirâciyye)de (Hutbeyi fârisî okumak câizdir) diyor. Bu sözü ele alarak, hutbeyi arabîden başka lisân ile okumak câiz olup, tahrîmen ve tenzîhen mekrûh değildir diye fetvâ vermek bâtıldır. Çünki, Sirâciyyenin sözü (sahîh olur) demekdir. Bu da, mekrûh olmadığını bildirmez. İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, (Redd-ül muhtâr)da buyuruyor ki, (Sahîhdir demesi, mekrûh olmadığını göstermez.) Muhammed Abdülhayy Luknevî “rahime-hullahü teâlâ”, (Umdet-ürri’âye) kitâbında diyor ki, (Hutbenin arabî okunması şart değildir. Fârisî veyâ başka lisân ile okumak câiz olur sözü, nemâzın câiz olacağını bildirmekdedir. Ya’nî, Cum’a nemâzının sahîh olması için, hutbe okumak şartı yerine getirilmiş olur demekdir. Yoksa, hutbe kerâhetsiz olur demek değildir. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın hepsi “radıyallahü anhüm” hutbeyi her zemân yalnız arabî olarak okumuşlardır. Bunlara muhâlefet, tahrîmen mekrûh olur.) Tâbi’în ve Tebe’i tâbi’în “rahimehümullahü teâlâ” de, hutbeyi, her zemân, her yerde yalnız arabî okudular. Arabîden başka lisân ile okumadıkları gibi, arabî ve tercemesini birlikde okuyan da hiç olmadı. [Hâlbuki, bunların Asyada ve Afrikada, hutbelerini dinliyenlerin hiçbiri arabî bilmiyorlar, hutbede söylenilenleri anlamıyorlardı. Onların anlamaları için tercemelerini de söylemeleri, yeni müslimân olanlara, islâmiyyeti öğretmeleri lâzım olduğu hâlde, hutbelerde arabîden başka dil ile okumağı câiz görmediler. İslâmiyyeti onlara hutbelerin dışında anlatdılar. Hutbeleri de anlamaları için ve islâmiyyeti iyi öğrenmeleri için, onların arabî öğrenmelerini emr etdiler. Biz de, bu âlimler gibi yapmalıyız.]
Bunlara muhâlefet ederek, hutbeleri arabîden başka dil ile okumak, (Bid’at) olur. Tahrîmen mekrûh olur. Birincisine tahrîmen demek ve ikincisine tenzîhen demek bâtıldır. Çünki, tenzîhen mekrûh, sünneti terk etmeğe denir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbenin hepsini her zemân yalnız arabî okuduğu için, hutbenin hepsini yalnız arabî okumak vâcibdir. Bu vâcibi terk etmek, nasıl tenzîhi olur? Tahrîmen mekrûh olan şeyi terk etmek vâcibdir. Mevlânâ Bahr-ul-ulûm “rahime-hullahü teâlâ”, (Erkân-ül-erbe’a)da diyor ki, (Tahrîmen mekrûh olan şeyi terk etmek vâcibdir.