Bu sözün yalan olduğunu, kitâbımızın sonunda, hâl tercemesini anlatırken açıkladık. Lütfen oradan okuyunuz! Bu zemâna kadar, Îrânda asrlardan beri yaşamış olan müslimânlar, hep Ehl-i sünnet idi. Babasının fitne ve fesâdını ortadan kaldıran Bahr-i hazerin batısındaki (Dirbendîye) devletinin üçüncü reîsi Şirvânşâhı yakaladıkda, diri diri şişe geçirip kebab yapdığı ve Tebrîze girdikde, Ehl-i sünneti kılınçdan geçirdiği meşhûrdur.
Şâh İsmâ’îlin islâm târîhini lekeliyen o bozuk hareketlerinden önce, islâm memleketlerinin hiçbirinde, mekteblerde, medreselerde, meclislerde, hocalardan, mu’âllimlerden, talebeden hiçbirisi Sahâbe-i kirâmdan hiçbirisine dil uzatmazdı. Hanefî âlimleri, Yezîde bile la’net etmeğe izn vermemişdir. Yalnız aldatılmış olan ba’zı kimseler, Ehl-i beyti “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bulundukları derecenin üstüne çıkarmış iseler de, bunlar da, Sahâbe-i kirâm için dîne ve edebe muhâlif birşeyler söylememişlerdi. Ehl-i beytin kıymetini bilmemekde Abbâsîler, Emevîleri geçmişlerdir.
Yavuz Sultân Selîm hân “rahmetullahi aleyh” zemânında Îrân hükümdârı olan şâh İsmâ’îl, dîni siyâsete âlet ederek, emellerini başarabilmek için, müslimânları Ehl-i sünnetden ayırmağa çok uğraşdı. Her tarafa adamlarını göndererek, İslâm memleketlerine bozuk i’tikâdını bulaşdırdı. O zemânlar Anadoluda, bektâşîlik, câhiller elinde bulunduğundan, bu tekkeleri sardı. Memleketi bu felâketden korumak için, bektâşî tekkeleri kapatılmışdı. O tekkelerden öteye beriye dağılanlar, birer tekkeye sığınarak i’tikâdlarını gizleyip, Ehl-i sünnetden görünerek, bozuk i’tikâdlarını zemân zemân meydâna çıkardılar. Ehl-i beyti sevmek için, Sahâbe-i kirâma düşmanlık etmek lâzımdır diyerek, tekkelere gelen Anadolunun saf ve temiz müslimânlarını aldatmağa başladılar. Tekke şeyhlikleri de, babadan oğula geçen bir makâm hâlini alıp, çok yerlerde ilmde derinleşmemiş ve Ehl-i sünnet i’tikâdından haberi olmayan, gâfil ve câhillerin elinde kaldığından, bu fenâ i’tikâd, dervişler arasında alıp yürüdü. Sahâbe-i kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasındaki muhârebeleri, kendi görüşlerine ve dünyâya olan hırs ve tama’larına göre değişdirerek anlatdılar. Vak’aları, olayları değişdirdiler. Çirkin hikâyeler uydurdular. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış, bozuk ma’nâ verdiler. Bu çirkin i’tikâd, zemânla bütün tekkelere de yayıldı. Son zemânlarda şî’îlik bulaşmıyan bir tekke kalmamış gibi idi.
Mu’âviye “radıyallahü anh” ve torunu olan ikinci Mu’âviye ve Ömer bin Abdül’azîzden başka, bütün Emevî halîfeleri zemânlarında, Ehl-i beytin yüksek derecelerine yakışmıyacak birşeyler uydurulup söylendi ve müslimânlar arasında yayıldı.