Bunların kökü onlardan sökülmüş, atılmışdır. Çünki, hepsi Hakkulyakîne varmışlardır. Aralarında hâsıl olan mücâdele ve muhârebeler, ictihâd sebebiyle idi. Her biri, kendi ictihâdıyle hareket etmeğe me’mûr ve mecbûr olduğundan, hiçbirine dil uzatılamaz.
Enfâl sûresinin 64.cü âyet-i kerîmesinde, cenâb-ı Hak, Resûl-i Ekremine “sallallahü aleyhi ve sellem” meâlen buyuruyor ki, (Sana, Allahü teâlâ ve mü’minlerden sana tâbi’ olanlar kâfîdir) ki, o vakt, Sahâbe-i kirâm pek az idi. Âyet-i kerîmenin ma’nâsına iyi dikkat edilirse, Sahâbe-i kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” büyüklüğü ve derecelerinin yüksekliği anlaşılır. Her biri dîn-i islâmın yayılmasında, Server-i âleme “sallallahü aleyhi ve sellem” kâfî oluyorlar. Allahü teâlâ, onların ismini, kendi isminin yanına getirerek buyuruyor ki, hakîkatde ben sana yetişirim ve onlar benim kifâyetimin mazharı olur. Görünüşde onlar sana kifâyet eder. Başkasının yardımına lüzûm ve ihtiyâc kalmaz.
Feth sûresinin 18.ci âyet-i kerîmesinde, cenâb-ı Hak meâlen buyuruyor ki, (Ağaç altında sana bî’at eden, [ya’nî emrlerini kaydsız şartsız yapmağa söz veren] mü’minlerden Allahü teâlâ râzıdır) ki, bunlar Sahâbe-i kirâm idi (ve onlara Sekîne, [ya’nî Tumânînet, kalblerine kuvvet] veriyor ve sana olan sevgilerini, Sıdk ve ihlâsı biliyor ve onları yakın bir feth ve zafer ile sevâblandıracağını müjdeliyor.) Hudeybiye anlaşmasında, Sidre yâhud Sümre ağacının altında yapılan söz vermeğe işâretdir. Görülüyor ki, Sahâbeden herbirinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” rızâ-i ilâhîye mazhar olduğu ve kalblerinin temiz ve hâlis olduğu ve sekînenin inzâli ve Feth-i karîb ile sevâblandırılacaklarını bildirmesi, mertebe ve şânlarının büyüklüğüne açık bir şâhiddir.
Feth sûresinin diğer âyet-i kerîmesinde, (Sana bî’at edenler) ya’nî seninle gazâ ve cihâdda bulunup, dîn-i islâmın neşrinde, kullarıma nasîhat vermekde ve doğru yolu göstermekde berâber olacaklarını ahd ve va’d edenler, (Allah celle şânühû ile mübâye’a, [ya’nî va’d] etmiş olurlar) buyurdu.
Diğer âyet-i kerîmede meâlen, (Onlar Allahü teâlâyı severler. Allahü teâlâ da onları sever) buyurdu. Görülüyor ki, Sahâbe-i kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” Allahü teâlânın muhabbetine ve mahbûbiyyetine mazhar olmuşdur.
Tevbe sûresinin 103.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Mekke-i mükerreme ehâlîsinden olup, Muhâcirîn denilen Sahâbe-i kirâm ile, Medîne-i münevvere ehâlîsi olan Ensârdan ve onlara iyilikde tâbi’ olanlardan, Allahü teâlâ râzıdır. Onlar da Allahü teâlâdan râzıdırlar) buyuruyor.