Günâhların, bid’at ve hurâfelerin çoğaldığı, dalâletin yayıldığı, bilhâssa vahdet-i vücûd taklîdcilerinin din âlimi tanındığı bir zemânda, islâm dînini kuvvetlendirmek, bunları temizlemek kolay mıdır?
25 — Şâh Ahmed Veliyyullah-ı Dehlevînin 1176 [m. 1762] oğlu Mevlânâ şâh Abdül’azîz 1239 [m. 1824] “rahime-hümullahü teâlâ” diyor ki: (Vahdet-i vücûd, müslimânlar arasında çeşidli şekllere sokuldu. Câhiller, büyüklerin sözlerinin ma’nâlarını anlamıyarak zemânla dinden çıkdı. Bu yüksek ve kıymetli bilgi, dînin yıkılmasına yol açdı. Tekke şeyhleri, bu yüzden, zındıklığa sapdı. Tutdukları yol, câhil halk arasında yayıldı. [Bu hâl islâm düşmanlarının ekmeklerine yağ sürdü. Dinsizleri ve ahlâksızları tesavvuf şâiri diye tanıtmağa, bunların küfr dolu sözlerini, edebiyyât kitâblarında gençlere okutmağa başladılar.] Allahü teâlâ, kullarına acıyarak, İmâm-ı Rabbânî “radıyallahü anh” gibi bir müceddid yaratdı. Ona derin ilmler ihsân eyledi. Bununla, kullarının zihnlerini temizledi. Hakkı bâtıldan ayırıp, bâtılı çok kalblerden kaldırdı.
İşte, bunun için ba’zı kimselerin cefâsına, oklarına ve iftirâlarına uğradı. Birçok âlimlerin, fâdılların, kâmillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, İmâmın etrâfına ve hizmetine koşuşmaları da, hasedcileri artdırdı. İmâmı tehlükeye düşürmek için, hîlelere başladılar. Meselâ, Cüneyd, Bâyezîd gibi büyük meşâyihi aşağı görüyor, diyerek, câhil tabakayı aldatdılar. Yüksek meşâyihin bildirdiği vahdet-i vücûdü inkâr ediyor, diyerek, görüşleri kısa olanları, İmâmdan soğutmağa başladılar. Onu sevenlere de, meşâyih-i izâmı inkâr ediyor, Allahü teâlânın ma’rifetine vâsıtasız olarak kavuşdum diyor, dediler. Nihâyet, hükûmeti tanımıyor, kanûnlara uymuyor diye siyâsî leke sürmeğe uğraşdılar. Bir müslimânın söyliyemiyeceği iftirâları söylediler.
26 — Meşâyih-i kirâmı aşağı görüyor sözü, temâmen iftirâ idi. Mektûbâtda onlara nasıl hurmet ve ta’zîm etdiğini ve her asrda, düşmanların ele aldıkları sözlerine ne güzel ma’nâlar verdiğini, iyi ma’nâya çeviremediklerine de, başlangıcda hatâ ile söylenmiş olup, sonra yüksek derecelere yetişerek bunları düzeltmişlerdir, dediğini okuyanlar, hemen anlar. Keşfdeki hatâların, ictihâd hatâları gibi afv olunduğunu, belki sevâb verildiğini bildirmekdedir. Vahdet-i vücûdü de inkâr değil, ne güzel îzâh etdiğini ve bu mes’elede hem islâm dîninin nâmûsunu koruduğunu ve hem büyüklerin hurmetlerini gözetdiğini, Mektûbâtı okuyanlar bilir.
27 — O zemânın sultânı olan Selîm cihângir hânın devlet adamları, hattâ büyük vezîri ve baş müftîsi ve hattâ haremi Ehl-i sünnet değildi.