O kul da: (Yâ Rabbî! Emr-i ilâhin sebebiyle ondaki hakkımdan vazgeçdim) der.
Allahü teâlâ tevbe eden zâlimlere böyle mu’amele eder. Nitekim İsrâ sûresinin yirmibeşinci âyetinde meâlen, (Ben azîm-üş-şân, tevbe eden kimseleri mağfiret ederim) buyurur. Tevbe eden, zulmden, günâhdan ayrılıp da, ebediyyen bir dahâ o günâhı işlemiyendir. Dâvüd aleyhisselâm (Evvâb) ile tesmiye olunur. [Hâlbuki, Dâvüd aleyhisselâm hiç günâh işlemedi. Ondan (Hilâf-i evlâ) sâdır oldu.] Resûllerden hazret-i Dâvüdun gayrileri de böyledir.
Ey gönül, yakdı vücûdüm, o gizli nârın senin,
Fışkırıp çıkdı semâya âh ile zârın senin!
Çok garîb bir divânesin, niçin hiç uslanmazsın?
Herkesin rüsvâsı oldun, yokmudur ârın senin?
Ebedî aşk tuzağına düşdüğün günden beri,
Meyve mi verecek aceb, soldu behârın senin?
ONUNCU FASL
(Arasât meydânı)na (mevkıf) ve (mahşer yeri) de denir. Burada bulunanların nasıl da’vet edileceklerini âlimlerimiz başka başka söyledi. Tefsîrlerde anlatıldığı gibi, sahîh hadîslerde de bildirilmişdir. Allahü teâlânın en önce hükm edeceği, kâtillerdir. Ve en önce ecrlerini vereceği kimseler de îmânı doğru olan a’mâlardır. Evet! Bir münâdî nidâ eder ki: (Dünyâda görmekden men’ olunanlar nerededirler?) Onlara denilir ki: (Siz Allahü teâlânın cemâline bakmağa herkesden dahâ çok lâyıksınız). Bundan sonra cenâb-ı Hak, onlara hayâ mu’âmelesi eder de (Sağ tarafa gidiniz!) buyurur.
Bunlar için bir sancak bağlanıp Şu’ayb aleyhisselâmın eline verilir. Şu’ayb aleyhisselâm onlara imâm olur. Onlarla berâber, nûr meleklerinden, hesâbsız melek vardır. Adedlerini Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Onların yanına varırlar. Ve sırâtı yıldırım gibi geçerler. Sabrda ve hilmde onlardan herbiri, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ”[1] ve ona bu ümmet içinde, benzeyen kimseler gibidir. Bundan sonra (Belâlara sabr edenler nerededir?) diye nidâ olunur.
—
[1] Abdüllah 68 [m. 687] de Tâifde vefât etdi.