Hadîs-i şerîfde, (Yâ Rabbî! Senden, sonu küfr olmıyan îmân istiyorum) buyurulması ve Nisâ sûresi, yüzotuzaltıncı âyetinde meâlen, (Ey îmân sâhibleri! Allaha ve Resûlüne îmân ediniz!) emr olunması, bu hakîkî îmânı göstermekdedir. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel “rahimehullahü teâlâ” bu ma’rifete kavuşabilmek için, ilm ve ictihâdda pek yüksek derecede olduğu hâlde, Bişr-i Hâfînin “rahime-hullahü teâlâ” hizmetine koşmuşdur. Bişr-i Hâfînin yanından niçin ayrılmıyorsun dediklerinde, (Allahı benden dahâ iyi tanımakdadır) demişdir.
[Kitâbın, yüzondokuzuncu sahîfesinde diyor ki, imâm-ı Ahmed bin Muhammed bin Hanbelin soyu, Nizâr bin Me’adda, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile birleşmekdedir. Fıkh ve hadîsde zemânın en üstün âlimi idi. Vera’ ve sünnete uymakda pek ileri idi. Yüzaltmışdört [164] senesinde Bağdâdda tevellüd, ikiyüzkırkbir 241 [m. 855] de orada vefât etdi. Bişr-i Hâfî hazretleri yüzellide [150] tevellüd, ikiyüzyirmiyedide [227] vefât etdi. Ferîdüddîn-i Attâr “rahime-hullahü teâlâ” fârisî (Tezkire-tül-Evliyâ)da diyor ki, Ahmed bin Hanbel, çok meşâyıhın sohbetinde bulundu. Zünnûn-i Mısrî ve Bişr-i Hâfî bunlardandır. Bir hanım, kötürüm olmuşdu. Çocuğunu imâm-ı Ahmede gönderip düâ etmesini diledi. İmâm abdest alıp nemâz kıldı. Düâ eyledi. Çocuk evine gelince, annesi kapıya gelip oğlunu karşıladı. İmâm-ı Ahmedin düâsı bereketi ile iyi oldu].
İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” ömrünün son yıllarında, ictihâdı bırakdı. İki sene Ca’fer Sâdık “rahime-hullahü teâlâ” hazretlerinin sohbetinde bulundu. Sebebini sorduklarında, (Bu iki sene olmasaydı, Nu’mân helâk olurdu) buyurdu. Her iki imâm, ilmde ve ibâdetde son derece ileri oldukları hâlde, tesavvuf büyüklerinin yanına giderek, ma’rifet ve bunun meyvesi olan (hakîkî îmân) edindiler. İctihâddan dahâ kıymetli ibâdet olur mu? Ders vermekden, islâmiyyeti yaymakdan dahâ üstün amel olur mu? Bunları bırakıp, tesavvuf büyüklerinin hizmetlerine sarıldılar. Böylece ma’rifete kavuşdular.
Amellerin, ibâdetlerin kıymeti, îmânın derecesi ile ölçülür. İbâdetlerin parlaklığı, ihlâsın mikdârına bağlıdır. Îmân ne kadar kâmil ise, ihlâs o kadar çok olur. Ameller de, o kadar çok nûrlu olur ve kabûl edilir. Îmânın kâmil olması ve ihlâsın temâm olması, ma’rifete bağlıdır. Ma’rifet ve hakîkî îmân, fenâ hâsıl olmasına ve ölmeden önce olan ölmeğe bağlı olduğu için, fenâsı çok olanın îmânı dahâ kâmil olur. Bunun içindir ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” îmânının, bütün ümmetin îmânlarından üstün olduğu hadîs-i şerîfde bildirilmişdir.(Ebû Bekrin îmânı, bütün ümmetimin îmânı ile dartılsa, Ebû Bekrin îmânı dahâ üstün olur) buyurulmuşdur.