Hiç bir târîhde islâm milletleri tarafından, haçlı seferleri gibi, kanlı ve dehşetli bir hâdise vukû’ bulmamışdır. Haçlı seferlerinin her birinde, müslimân, protestan ve yehûdîlerden, hattâ katoliklerin kendilerine düşman oldukları akrabâlarından, yüz binlerce ma’sûmun kanı dökülmüş, akllara gelmiyecek vahşiyâne katliâmlar yapılmışdır. Haçlı seferlerinin devâm etdiği ikiyüz elli senelik zemân içinde, Avrupa harâb oldu. (Bir yüzünüze tokat vurulursa, diğer yüzünüzü de çeviriniz) diye nasîhatda bulunan Îsânın “aleyhisselâm” kendi memleketinde, Onun nâmına müteassıb haçlıların cür’et etdikleri vahşîliklerin, engizisyonların tafsilâtı anlatılamaz. Haçlı seferleri müddetince, Avrupa ve Asyada milyonlarca insanın haksız yere kanlarının nasıl akıtıldığı ve bunca memleketin nasıl insafsızca virân edildiği târîhlerde yazılıdır. Hâlâ, Eflâk, Boğdan ve Odesada çâresiz yehûdîlerin neler çekdikleri, ingilizlerin ve hıristiyanların, rusların hâkim oldukları memleketlerde bulunan müslimânların ne hâllerde yaşadıklarını, ne sıkıntı ve işkencelere ma’rûz kaldıklarını herkes bilmekdedir.
Bir de, bugün islâm memleketlerinde râhat, refâh, servet, hürriyyet ve huzûr içinde yaşayan hıristiyanlara bakınız. Sonra, hıristiyanlık ve müslimânlıkdan, hangisinin, emrleri altında bulunanların, adâletin himâyesinde ve râhat olduklarını ve hangisinin insanlık ve medeniyyete hizmet edebileceğine Allah için hükm ediniz.
(Avrupadaki ilm ve sanâyı’nin gelişmesi, zenginliğin artması ve i’mâr edilmiş olması, mekteb ve hastahânelerin çok olması gibi, insanlığa hizmet eden müesseselerin çok olmasını),hıristiyanlığın islâmiyyetden üstünlüğünü isbât için delîl getirmek de, çok şaşılacak ve pek abes bir işdir. Kurûn-ı vüstâya [Orta çağ] kadar, Avrupa hıristiyanlığa tam bağlı olup, ellerindeki İncîllere tâbi’ oldukları için, hâlleri harâb ve perîşândı. Delîl olarak ortaya koydukları, ilm ve sanâyı’de terakkî etmek, hastahâneler ve mektebler yapmak gibi, medeniyyet vâsıtalarından hiç birisi mevcûd olmadığı gibi, Romalılardan kalanlar bile mahv olmuş, hattâ eserleri bile kalmamışdı. Avrupalılar, İncîllerde ve bilhâssa Luka İncîlinin onikinci bâbında bildirildiği gibi, san’at, ticâret ve zirâata hiç ehemmiyyet vermeyip, havâda uçan kuşlar gibi bulduklarını yiyip, buldukları yerde oturduklarından, Avrupa kıt’ası başdan başa zulmet, cehâlet, vahşet ve teassub içerisinde kalmışdı. Hastahâne, mekteb, fakîrhâne gibi şeylerin varlığından dahî habersiz idiler. Kur’ân-ı kerîm ise, dünyâ işlerine fazlasıyla ehemmiyyet vermiş, ilmi, san’atı, ticâreti, zirâ’ati emr etmiş ve tehlükelerden sakındırmışdır.