[Eflâtûn, ideaların kendisinde birleşdiği (BİR) kabûl etdiği ve hayr, iyilik diyerek aynen tanrı kabûl etdiği şeyin, hareket ve hayât sâhibi ve âlemin babası (Baba tanrı) olduğunu söylemişdir. Bu birinci uknûmdur. Baba tanrı, ya’nî yüce idealar birliği, maddeye nizâm veren, fekat maddeden temâmen farklı bir rûh yaratmışdır ki, bu Babanın oğludur. Bu rûh, yaratanla yaratılan arasında aracı olan bir varlıkdır. İkinci uknûmdur.
Eflâtûn, ikinci uknûm kabûl etdiği rûh hakkındaki görüşlerini ve Pisagor, Time ve diğer bütün eski yunan felesofları da, ortaya atdıkları fikrleri, hep Âdem ve Şit (Şis) aleyhimesselâmın kitâblarından ve bu kitâbları bilen din âlimlerinden öğrenmiş, bunları, kendi noksan bilgileri ve kısa aklları ile îzâh etmişler, değişdirmişlerdir. Eflâtûn, Menon konuşmasında, rûhun ölümsüz olduğunu ve birçok def’alar yeryüzüne geldiğini ve görünen (dünyâ) ve görünmiyen(âhiret) âlemindeki herşeyi görmüş olduğunu söylemekdedir. Phaidros konuşmasında rûhu da üç kısma ayırır: Birincisi; idealara yönelmiş olan akldır. İkinci ve üçüncüsü ise; istek, his kısmıdır. Bunlardan biri akla uyarak hayra, iyiliğe ya’nî tanrıya, diğeri ise kötü, maddî isteklere götürür.] Cesed ya’nî beden bir zindân olup, rûh önceden mücerred idealar âlemine konuldukdan sonra, bu zindâna atılmışdır. [Böylece rûh ve bedenden mürekkeb insan meydâna gelmişdir.] Hikmetin vazîfesi ya’nî ahlâkdan maksad, tanrı ile münâsebetde bulunabilmek için, rûhu beden zindânına bağlıyan zincirlerden kurtarmakdır. Sokrat, se’âdet yolunun yalnız fazîlet ve kemâlât kazanmak olduğunu söylemişdir. Eflâtûn ise, (Se’âdetin kemâli aynen fazîletde vardır. Fazîlet ve kemâl, rûhun sıhhati, kurtuluşu ve âhengidir. Se’âdete kavuşmak için, menfe’at düşüncesi ve âhiretde mükâfatlara kavuşmak arzûsu olmaksızın, sâdece fazîlet kazanmak için çalışmak yetişir) demekdedir.
(Revâkıyyûn) felsefesine tâbi’ olanlara göre, (Yalnız iyilik, fazîlet ve yalnız kötülük fıskdır, günâhdır. Sıhhat, hastalık, zenginlik ve fakîrlik, hattâ hayât ve ölüm ne iyidir; ne de kötüdürler. Onları iyi etmek insanın kendi elindedir. İnsanın, Allahü teâlânın takdîrine ya’nî kadere inanarak kendi irâdesini Allahü teâlânın irâdesine tâbi’ eylemesi lâzımdır. İnsanlık bir sürüye benzer. Onun çobanı, akl-ı umûmî ya’nî (Logos)dur ki, yaratıcı tabî’at kuvvetidir. Bütün insanlar kardeşdirler. Onların müşterek babaları (Zoz), ya’nî (Tanrı)dır. Zoz, kâinâtın ya’nî bütün âlemin rûhudur. Kadîmdir, birdir. Diğer ilahlar onun cüzleri, ya’nî parçalarıdır.) [Eski yunan felsefecilerinden Zenonun fikrlerine tâbi’ olanların yoluna (Revâkıyyûn) denir. Bu felsefeye (stoicisme) denir.]