● Şâh-ı Nakşibend, Ya’kûb-ı Çerhîye ta’lîme izn verdiği hâlde, benden sonra Alâüddînin hizmetinde ol demişdir. 1/119. [Mektûbât Tercemesi: 167.]
● Şâh-ı Nakşibend “kuddise sirrûh” buyurmuşlardır ki, Minâ pazarında bir tâcir, elli bin altınlık eşyâ satıyordu. Bir an Hakkı unutmuyordu. 1/33. [Mektûbât Tercemesi: 58.]
● Şâh-ı Nakşibend buyurdular ki, bizim tarîkimiz sohbetdir. 3/69.
● Şü’ûnât ile sıfat arasında kâbiliyyetler vardır ki, bunlar hem şü’ûnlara, hem sıfatlara benzerler. 1/287.[Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şü’ûnât-i ilâhî zât-i ilâhîye bağlıdır. [Onunla alâkalıdır.] Mâsivâ ile alâkalı olmakdan uzakdır. Sıfât-i ilâhînin te’alluku mâsivâya maksûrdur. [İlâhî sıfatlar mâsivâya tealluk eder.] 3/73.
● Şü’ûnlar ile sıfatlar arasında fark çok incedir. Bu farkı kimse bildirmemişdir. (Bu farkdan bir kulun konuşması ma’lûm değildir.) 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]
● Şecere-i Mûsâdan mesmû’ olan kelâm, kelâmullahdır. [Mûsâ aleyhisselâmın Tûr dağında ağaç tarafından işitdiği kelâm, kelâmullahdır]. İnkâr eden kâfirdir. 3/20.
● Şirb-i züyût-i tayyibe [halâl olan nebâtlardan çıkan suları] ya’nî karanfil, tarçın, çay ve sâireden elde edilen, her dürlü şerbeti içmek yasak edilmemişdir. 1/191.[Mektûbât Tercemesi: 227.]
● Şerh-i sadr, zâtın tecellîsi zemânında, nefsin itmînânında hâsıl olur ki, adı geçen bu kemâlât, ism-i zâhire te’alluk eder [bağlıdır]. İsm-i bâtına uygun olan kemâlât, örtülmesi lâzım olan kemâlâtdır. Bu iki ismin kemâlâtı temâmen hâsıl oldukda, kudsî âleme uçmak ve nihâyetsiz yükselmeler olur. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]
● (Şerh-i lemeât) kitâbı Mevlânâ Câmi’nin olup, burada tecellî-i zâtînin nihâyetsiz olduğu açıkca yazılıdır. 1/277. [Mektûbât Tercemesi: 407.]
● Şirkin ma’nâsı. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]