● Celâleddîn-i Rûmî, sofiyye-i muvahhidîn [vahdet-i vücûd ehlinin] reîslerinden iken, kendine bağlı olanların ahvâline riâyet ve helâk edici şeylerden onları selâmete rağbet etdirip himâye ediyor, kendilerini ve bunları tehlükelerden koruyor, fâideli şeyleri çekip, zararlı şeylerden kaçınıyorlar. İhtiyâçlarını elde etmeğe uğraşıyorlar. Çocuklarını terbiye ediyorlar. Mühim işlerde birbirine danışıyor, kızlarını ve âilelerini açık gezdirmeyip, yabancıların bunlara yaklaşmasına müsâ’ade etmiyorlar. Çocuklarını fenâ arkadaşlardan koruyorlar. Zâlimlere ve düşmanlara cezâlarını veriyor ve hastalarını zararlı gıdâlardan perhîz ediyorlar. O hâlde bu alçak dünyâ işlerinde, kesret ahkâmına riâyeti terk etmek mübâh iken, bunları gözetip de, âhıret işlerinde bu ahkâma riâyet farz olduğu hâlde, terk etmek ve vahdet-i vücûd hîlesi ile kulluk vazîfelerinden kurtulmak istemek, ahkâm-ı ilâhîyeye inanmamak ve Peygamberlere inanmamakdır. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]
● Celâl ve elem yolu ile olan lezzet, cemâl ve in’am [ni’metler] lezzetinden ziyâdedir [çokdur]. 4/106
● Cem’ makâmı, insanları Hak teâlâdan ayrı görmeyip, birinin ahkâmını diğere câri kılmakdır. Cem’ makâmı sekrdir. Fark makâmı, ya’nî cem’ül-cem’ sahv olup, buraya vüsûlde ârif islâm-ı hakîkî ile müşerref ve da’vet ve irşâda lâyık olur. 5/64
● Cem’ makâmında Allahü teâlânın varlığı zuhûr ve istilâ edip, sâlik kendi mevhûm varlığını âciz [hiçbir şey] bulur. Bîçâre sâlik mukayyed varlıkdan nasıl haberdâr olur. Ve hakîkî varlıkdan nasıl haber bulup, cemâl ve kemâlden ne vech ile hissedâr olur. O yüksek makâmdan onun nasîbi, nasîb alamamakdır. Bu işde ilm-i matlûbu nice tedârik eder ki, ilm-i münâfîyi ayndır. [Asl ilme tersdir]. Çok ârif, bu makâm-ı cem’den terakkî edip, fark-ı ba’del cem’e vâsıl ve bekâ ve şu’ûr ile şeref hâsıl etdikde, ilm ile aynın ikisi cem’ olur. Ve biri diğerine münâfi (zıd) olmaz. O zemânda ilm-i bâkî ile fehm eder, ilm-i fânî ile değil. Ayn-ı fenâda bâkî ve ayn-ı bekâda fânîdir. 5/52.
● Cem’ makâmında olan sâlik nemâzı merfû’ bulur [kaldırılmış bulur].