● Zikr ve ibâdetde cem’iyyet [topluluk] ve halâvete [tadlara, zevklere] bağlı olmayasınız. Gerek halâvetle, gerek bî halâvetle [zevksizlikle] (hâller olsun olmasın) zikr ediniz. İbâdet ne kadar meşakkatli ise, onun dahî sevâbını [çok sevâbını] ümmîd edesiniz. 6/166
● Zikr ve teveccüh ve huzûr, o zemâna dekdir ki, vücûd-i zâkir der meyân olmıya. [Zikr edenin vücûdu aradan kalkıncaya kadar zikr etmeli.] 6/242
● Zikr vaktinde, bütün a’zâda, zevk meydâna gelmek, zikrlerin sultânındandır. 6/82
● Zikr bütün bedeni kaplayıp, kalb gibi her uzvu dahî zikr ederse, (SULTÂN-I ZİKR) denir. 5/142
● Zikr esnâsında huzûr ve kendinden geçme [hâli] galebe eyledikde, zikr terk ve onun hıfzı lâzımdır [o hâli muhâfaza lâzımdır]. 5/78
● Zikrden maksad, kalbin hareketi olmayıp, teveccüh ve kalbin huzûrudur. 4/37
● Zikrde dil ile söylemek zor olursa, kendi lisânı ile tâ’lim edeler. 6/128
● Zikr, yalnız olarak mûsıl [kavuşdurucu] değildir. Râbıta ve muhabbet ve fenâ-fişşeyh ile meşrûtdur [şartlıdır]. 4/198
– R –
● Râbıta ile mürşidin teveccühü cem olursa [birleşirse] nûrûn alâ nûrdur. 4/33. [İslâm Ahlâkı: 557.]
● Râbıta, mürşidin sûretini gönülde tasavvur eylemekdir. 5/113 [Kıyâmet ve Âhıret: 165.]
● Râbıta, mürîdin, pîrinin sûreti her zemân göz önünde olmasıdır. 4/165
● Râbıta zikrden dahâ fâidelidir. 4/198
● Râbıtadan dahâ yakın kavuşma yolu yokdur. 5/113 [Kıyâmet ve Âhıret: 165.]