● Kalb latîfesinin aslı, fi’ller makâmıdır. Rûh latîfesinin aslı, sıfatın zılleridir. 5/84.
● Kalb latîfesinin nasîbi, fi’ller mertebesidir. Rûh latîfesinin nasîbi, sıfatlar mertebesidir. Sır latîfesinin nasîbi, şü’ûnât mertebesi, hafî latîfesinin nasîbi, tenzîh ve takdîs mertebesidir. Cehl ve hayret mertebesi, ahfânın nasîbidir. 6/73.
● Sır, hafî ve ahfâ latîfelerinin şirkine, islâmda i’tibâr edilmemişdir. 6/4.
● Sır latîfesinin aslı, zâtın şü’ûnâtıdır. 4/213.
● Ahfâ latîfesinin vilâyeti, diğer vilâyetlerin üstüdür. Ve bu latîfenin, kâinâtın serveri ve mevcûdâtın mefhari aleyhi ve alâ âlihissalevât vet-teslîmât vel berekât ile husûsî bir durumu [ayrı bir husûsiyyeti] vardır. 6/232.
● Ahfâ latîfesinin, toprak latîfesi ile; hafî latîfesinin nâr [enerji] ile; sır latîfesinin, hava ile; rûh latîfesinin su ile; ve kalbin nefs ile münâsebetleri vardır. 4/213.
● Nefs latîfesi, âlem-i emr latîfesi gibi, vilâyet-i kübrâda, fenâ ve bekâ ile şereflenip ve itmînânın kemâline ulaşır. Âlem-i halkın latîfelerinin yükselmesi, vilâyet-i ulyâya uygundur. Toprak latîfesinin kemâli, nübüvvet kemâlâtına bağlıdır. 5/97.
● Allah lafza-i celîlesi, müsamma olan [delâlet etdiği] Allahü teâlâya kavuşulamıyacağına işâret ediyor. Lam-ı ta’rîf ilâhe kelimesinin lamında idgâm edilerek [gizleyerek] gizlenmiş, yalnız lâmi ilâhe bâkî kalmışdır ki, ma’rifeti o hazrete ulaşdıkda, fânî ve yok olur, demekdir. Derin âlimler, lafza-i Celâlden hayrete düşmüşler, aslına vâsıl olamamışlardır. 4/13.
● İcmâl ve vahdet [öz ve birlik] lâfzının bîçûn mertebesinde tafsîl lâfzından dahâ münâsebeti çokdur. Zîrâ tafsilâtlanma sözünden kısmlara ayrılma, parçalanma anlaşılabilir. Ona binâ’en, o yüksek harîme [makâma] söylemek için, icmâl ve vahdet ta’bîrini seçdiler. Yoksa, Hak teâlâ bizim anlayışımızın kavradığı icmâl ve tafsîlden münezzehdir [uzakdır]. 4/67.