Sonra Süva adlı putun yanına gitdim. Bakdım ki iki tilki o putun çevresinde dolaşıyorlardı. Dilleriyle putu yalıyorlar ve yanına konulmuş olan hediyyelerden yiyorlardı. Sonra da ayaklarını kaldırıp putun üzerine bevl ediyorlardı. Ben bu hâli şi’rle şöyle ifâde etdim.
Tilkilerin başına bevl etdiği şey hiç rab olur mu,
Tilkilerin üzerine bevl etdiği şey muhakkak zelîldir.
Bu hâdise Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret etdiği sıralarda olmuşdu. Bunlar başımdan geçdikden sonra, Medîneye gitdim. O zemân benim adım Zâlim idi. Yanımda bir köpeğim vardı. Onun adı da Râşid idi. Resûlullahın huzûruna varınca adımı sordu. İsmim Zâlimdir, dedim. Köpeğimin adını sordu, Râşiddir dedim. Senin adın Râşid, köpeğin adı Zâlim olsun buyurdu. Ben îmân edip, müslimân oldum. Sonra Resûlullahdan kendi memleketimde bir yer istedim. Bana, bir at koşumu ve üç taş atımı genişliğinde bir yer verdi. Bir matara da su verdi. O suyun içine mubârek ağzının suyundan koydu. Bu suyu sana verilen toprağa dök. Su senden artarsa halkı ondan men’ etme, onlar da alsınlar, buyurdu. O suyu götürüp kendisine ayrılan toprağa dökdü. Oradan bir tatlı pınar çıkdı. Oraya hurma ağaçları dikdi. O diyârın halkı şifâ niyyetiyle o pınarın suyu ile yıkanırlardı. O suyun adını Ma’ür-Resûl (Resûlullahın pınarı) koydular. Nakl edilir ki, Râşid “radıyallahü anh” erâzîsinde bir kayayı yuvarlamışdı. Bu iş insan gücü ile olacak bir iş değildi, denilmişdir.
• Birgün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâb-ı kirâm ile “radıyallahü anhüm ecma’în” oturuyordu. Deveye binmiş olduğu hâlde bir kimse geldi. Yorgun ve uykusuz görünüşünden, yoldan geldiği anlaşılıyordu. Hanginiz Muhammedsiniz diye sordu. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gösterdiler. Yâ Muhammed! Önce sen Allahü teâlânın sana emr etdiği şeyi mi bildirirsin, yoksa ben putlardan işitdiklerimi mi anlatayım, dedi. Önce Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ona îmânı bildirdi. Sonra o kimse şöyle anlatdı: