Halîfenin emrine uydum. Allahü teâlâ beni ve sizi korusun, buyurdu.
• Ebüssalt şöyle anlatmışdır: Birgün İmâm-ı Alî Rızâ hazretlerinin huzûrunda idim. Bana şu gördüğün kubbe Hârûn Reşîdin türbesidir. Onun dört tarafından bana toprak getir, buyurdu. Gidip getirdim. Toprağı kokladı ve yakında burada benim için bir kabr kazacaklar. Bir taş görünecek, onu çıkarmak için Horasânın bütün külünklerini getirecekler. Fekat yine çıkaramayacaklar. Sonra falan yerden toprak getir, buyurdu. Gidip getirdim. Orayı göstererek, benim kabrimi burada kazınız. Kabrin ortasını yarıp beni içine koymayın. Kabrim derin olsun ve lahd yapın. İki zra’ ve bir karış olsun. Allahü teâlâ onu dilediği kadar genişletir, buyurdu. Sonra, kabrimin baş tarafında bir ıslaklık görünecekdir. Sana öğretdiğim düâyı oku. Oradan bir su kaynayıp çıkar. Lahd su ile dolar. Suyun içinde küçük balıklar görürsün. Sana şu ekmeği veriyorum. Ufak ufak parçalayıp suya at. O balıklar bu parçaların hepsini yirler. Sonra büyük bir balık çıkar, bütün küçük balıkları yir ve kaybolur. O zemân cenâzemi suyun içine koyunuz. Öğretdiğim şeyleri oku, su azalır ve hiç kalmaz. Halîfe Me’mûn da bunları görecekdir, buyurdu. Sonra, yârın Me’mûnun yanına gideceğim. Onun yanından dışarı çıkdığım zemân, başım örtüldü ise benimle konuşma, başım açık ise konuş, buyurdu. Sabâhleyin elbiselerini giymiş bekliyordu. Me’mûnun hizmetcisi gelip çağırdı. Me’mûnun yanına gitdi. Me’mûnün önünde tabaklar içinde meyvalar vardı ve elindeki bir üzüm salkımından yiyordu. İmâm-ı Alî Rızâ hazretlerini görünce, yerinden fırlayıp kucaklaşdı ve gözlerinin arasını öpüp yanına oturtdu. Me’mûn elindeki üzümü İmâm-ı Alî Rızâ hazretlerine verip, bunun gibi güzel üzüm gördün mü, dedi. O ise, nefîs üzüm Cennetdedir, buyurdu. Me’mûn bu üzümden yiyiniz, dedi. İmâm-ı Alî Rızâ “radıyallahü anh” beni ma’zûr görünüz, dedi. Me’mûn ısrâr ederek, özrünüz nedir, bizi töhmet altında bırakıyorsunuz deyince, üzüm salkımından biraz yidi. Ba’zıları üzümden birkaç dâne yidi, demişlerdir.