Kamçısını başı altına koyup, toprak üzerinde uyumuş, derviş sûretinde. O şeklde ki, onu gördüm. O kadar siyâset ve heybet ki, halkın gönüllerinde yerleşmiş olduğunu gördüm. Kendi kendime dedim ki, bu dinde böyle bir emîr olsun, bu din mutlaka hak dindir. Anlamalıdır ki, adâlet ne mubârek nesnedir.
Altmışbirinci Menâkıb: Bir gün Ömer “radıyallahü anh” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin arkasında nemâz kılıyordu. Resûl aleyhisselâm sûre-i Vennaziat okuyordu. Meâl-i şerîfi (Fir’avn kavmine, ben sizin ulu tanrınızım dedi) olan âyet-i kerîmeyi okuduğunda, Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin gayret damarı harekete gelip, mubârek bedeninde tüyleri elbisesinden dışarı çıkıp, (Eğer ben orada hâzır olaydım, boynunu vururdum) dedi. Nemâz edâ edildikden sonra, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki, (Yâ Ömer, nemâzda konuşdun. Nemâzını kazâ et). Hemen Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Allahü teâlânın emrini erişdirip, buyurdu ki, (Yâ Muhammed! Ömere nemâzı kazâ et diye söyleme! Biz o nemâzı kabûl etdik. O nemâzı cümle ümmetin nemâzına berâber etdik ki, biz çok gayretli, sevdiğini kayırıcı kimseleri severiz.)
Altmışikinci Menâkıb: Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” bir bayram günü, hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-ı şerîflerine geldi. Mescide vardılar. Sonra yola çıkdılar. Medîne-i Münevverenin çocukları Server-i kâinâta yapışıp, bayramlık istediler. Hazret-i Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, yâ Ömer! Beni bunlardan satın al [kurtar]. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri de gidip, bir parça et ve bir mikdâr hurma ve meyve getirip, çocuklara verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, yâ Ömer! Sen beni Mâlik bin Za’rin, Yûsüf aleyhisselâmı aldığından dahâ ucuza aldın. Mâlik, Yûsüfu birkaç dirheme aldı. Sen beni meyveye ve ete aldın. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Yâ Resûlallah! Her ne kadar Yûsüf aleyhisselâmdan ucuz aldım ise de, ondan güzel ve şirinsin. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” bir merd idi ki, onun gölgesinden iblîs kaçardı.