[Ya’nî müjde var nidâsını işitir. Kabr ve karanlıkda görür. Gönlü açık olur.]
Ellibeşinci Menâkıb: Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü vecheh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordu: (Yâ Resûlallah! Kıyâmet günü evvelâ kimin hesâbını görürler.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Evvelâ hesâbı görülen benim. Sonra Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra sen yâ Alî!). Hazret-i Alî dedi ki, (Osmânın hesâbı nasıl olur?) Buyurdular ki, (Benim bir vakt Osmâna bir hâcetim düşdü [ihtiyâcım oldu]. O hâceti Osmândan gizli taleb etdim [Gizlice yapmasını istedim]. Osmân o hâcetimi [isteğimi] gizlice yerine getirdi. Ben Hak sübhânehü ve teâlâdan ricâ etdim [istedim], Osmânın hesâbı gizli olsun.)
(Düâ): Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü teâlâ anh” dâimâ bu düâyı okurdu: (Allahım! Dînimi, islâmımı, emânetimi ve îmânımı, fercimi [hayâmı] muhâfaza eyle!)
Osmân; üçüncü meh-i hilâfet,
mazlûm-ü şehîd-ü zü se’âdet.
Dâmâd-ı Nebî, kemâl pîşe,
ferhunde likâ, şeh-i firâset
Ol himmet edip, becân ol dem,
techîz olundu, ceyş-i usret
Bu dîn-i mübîne, her cihetle,
hizmetle buldu, fevz-u rif’at.
Eylerdi hayâ, Melâik, ondan,
tashîh olundu, bu rivâyet.
Nûreyni sahâbet etdi; oldu,
mahsûs ona, bu büyük devlet.
Sevmek gerek, ol bihin kadrî,
İslâma budur, büyük alâmet.
Ayrılma! O şem’i râh-ı dinden,
lâzımsa sana eğer hidâyet.
Etsin o şehin Hudây-ı mennân,
rûhuna hezâr ravh-u ihsân.