Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: (Resûlullah hazretleri bu tasdan nûrludur. Resûlullah ile konuşmak bu baldan tatlıdır. Resûlullahın sünnetini yerine getirmek bu kıldan incedir.) Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: (Îmân bu tasdan nûrludur. Îmân getirmek bu baldan tatlıdır. Îmân ile gitmek bu kıldan incedir.) Ondan sonra, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: (Kur’ân-ı kerîm bu tasdan nûrludur. Kur’ân-ı kerîm okumak bu baldan tatlıdır. Kur’ân-ı kerîmin buyurduğunu tutmak bu kıldan incedir.) Ondan sonra Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: (Müsâfirin yüzü bu tasdan nûrludur. Müsâfir ile yemek yimek bu baldan tatlıdır. Müsâfirin hâtırını yerine getirmek bu kıldan incedir.) Ondan sonra hazret-i Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdu ki: (Halâl [zevcin] yüzü bu tasdan nûrludur. Halâli ile söyleşmek bu baldan tatlıdır. Halâlin hizmetini yerine getirmek bu kıldan incedir.) Ondan sonra Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdu ki: (Kız çocuğun yüzü bu tasdan nûrludur. Annesini-babasını sever olması bu baldan tatlıdır. Kız çocuğunun aybsız evlenmesi bu kıldan incedir.) Ondan sonra Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimin yüzü bu tasdan nûrludur. Ümmetim için şefâ’at bu baldan tatlıdır. Şefâ’atin kabûl olması bu kıldan incedir.)
Kırküçüncü Menâkıb: Ebû Zer-i Gıfârî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri se’âdethânesinden dışarı çıkdı. Yürümeğe başladılar. Ben de ardınca gitdim. Bir mevzi’e vardı. Ben huzûruna vardım. Karşısında selâm verip, oturdum. Buyurdu: (Neden geldin, yâ Ebâ Zer!) Dedim, (Allahü teâlâ bilir.) O sırada Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” geldi. Resûlullah hazretlerinin sağ tarafına oturdu. Sonra Ömer “radıyallahü teâlâ anh” geldi. Ebû Bekrin sağ tarafına oturdu. Sonra Osmân “radıyallahü teâlâ anh” geldi. Ömerin sağ tarafında oturdu. Sonra Alî “radıyallahü teâlâ anh” geldi. Osmânın sağ tarafında oturdu. Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri yerden yedi tâne taş aldı. Mubârek avucunun içinde tutdu. O taşlar tesbîh etmeğe başladılar. Şöyle ki, onların sesini bal arısı gibi işitir idim. Ondan sonra o taşcağızları yere koydu. Sesleri kesildi. Sonra onları kaldırdı, Ebû Bekrin eline verdi. Yine evvelki gibi tesbîhe başladılar. O da yere koydu. Sesleri kesildi. Sonra yine Habîbullah hazretleri onları kaldırdı, Ömerin eline verdi. Yine evvelki gibi tesbîh eylediler.