Hâlbuki, hâcı Bektâş-ı Velî hazretleri, islâmiyyete uyar, sünnet-i seniyyeden ayrılmazdı. Talebesi de böyle idi. Fekat, sonra gelen câhiller, aldatılıp, Bektâşîlik adını, bu dinsiz hurûfîler, kendilerine mal etdi. Çok şükür bugün, bu sahte bektâşîler kalmadı. Şimdi Türkiyede bulunan Bektâşîlerin hepsi hakîkî müslimândır. Sünnî olan müslimânlarla kardeş olarak yaşamakdadırlar.
Hurûfîlerin yalanlarından biri de, Bektâşîler içinde ba’zı azgınları var ise de, bizim babamız öyle değildir, derlerdi. Hâlbuki, sahte Bektâşî, içki içerdi. Hiç nemâz kılmazlardı. Böyle kimselere Bektâşî denilir mi? Bunların en meşhûrları olan Osmâncıkda (Koyun baba), Elmalıda (Abdal Mûsâ), Eskişehrde (Şücâ’eddîn), Dimetokada (Kızıl deli), Kalkandelende (Sersem Alî) adındaki babaları, hep (Câvidân) okumakda, kâfirliği yaymakda idiler. [Koyun babanın, sahte Bektâşî tarîkatinin dervişlerinden olduğu, (Müncid) lügatinde de yazılıdır.]
Sahte Bektâşîler bıyıklarını uzatırlar. Bıyık uzatmak hazret-i Alînin sünnetidir derlerdi. Bıyık kesmek, Mu’âviyenin sünnetidir derlerdi. Hâlbuki, bıyıkları kısaltmak, hadîs-i şerîflerle emr edildi. Bıyık kısaltmak, sünnet-i müekkededir. Bunlar, seviyoruz dedikleri hazret-i Alînin, bu sünneti yapmadığını, düşman oldukları hazret-i Mu’âviyenin ise, sünnete uyduğunu söylüyorlar. Bıyıkları kısaltmak için, (Buhârî-yi şerîf)de çeşidli hadîs-i şerîfler var. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” bu emrlere uymadığını söylemek, onu sevmek değil, ona düşmanlık etmek olur. Düşmana korkunç görünmek için, bıyıkları, tırnakları muhârebede uzatmağa izn verildi. Başka zemânda uzatmak mekrûh oldu. Fadlullah-ı Hurûfî, kaş, kirpik, bıyık gibi kıllar, bir mukaddes harfin insanda görünüşüdür. Meleklerin Âdeme secde etmesine sebeb, bu zuhûrâtdır. Bıyık mukaddesdir. Kesmesi, büyük günâhdır dedi. Şâh İsmâ’îl, bıyığını uzatmağı, hurûfîlerden aldı. Sünnîlere benzememek için, acemlerin bıyıklarını uzatmasını emr etdi. Gençleri aldatmak için, hazret-i Alînin sünnetidir dediler. O büyük imâma iftirâ etdiler.
Hurûfî tarîkatinin zikrleri, ibâdetleri, okumaları yokdur. Her sabâh pîrin evinde, meydân odasına toplanırlardı. Birisi, bir elindeki tepsi içinde, adam sayısında şerâb kadehi ve birer dilim ekmek, peynir olarak odaya girer. Bunu saygı ile ve bir ağızdan gülbânk okuyarak karşılarlardı. Herkesin önüne gelerek birer dâne verir. Ta’zîm ile alır, yüzlerine sürer, sonra yirler, içerlerdi. Bütün ibâdetleri bundan ibâretdi. Evli olanı, kadınlarını, kızlarını da, toplantıya getirir. İçerler ve dans ederler. Birisi, birinin kadınını veyâ kızını beğenirse, erkeğe gelip, sizin bağçeden bir gül koparacağım der, izn ister. O da, zevcesini çağırıp, bu canın talebini hak et der. Sonra takbîl ederdi. Bu taleb karşılıklı olursa, iki adam da babanın önüne gelip, izn isterler. Baba izn verince, ömrleri boyunca, birbirlerinin ayâlini istifrâş ederlerdi. Şimdi Türkiyedeki Bektâşîlerde ve alevîlerde böyle kötülükler yokdur.
Hurûfî tarîkatinin babaları, papaslar gibi günâh çıkartırlardı. Günâh sanılan bir şeyi yapınca, babanın önüne gelir. Baba, kulağını çekerek afv eder. Günâhı büyük ise, al malını gör yolunu der veyâ yalvarır. Baba da kırklar kurbanı kes, yâhud üçyüzler nezri ver der. Birkaç lirasını alıp, afv etdim derdi. Hurûfî tarîkatindeki kadınlardan biri, Hurûfî olmıyan bir adam ile buluşsa, babaya gelip, üzerimden bir köpek atladı der. Baba, para alır, afv olur. Her babanın yolu başka idi. Bir toplantı gecesinde, babanın önüne bir kadın gelip baş eğdi. Baba buna, bukağı çöz dedi. Baba dilediği birine, kalk şu bacıyı tomruğa vur dedi. Adam, kadınla bir odaya çekildiler. Bir derdine dermân arayan bir kadın, bir hurûfî kadınına sorar. O da, bizim baba iyi büyü yapar diyerek, tekkeye götürür. Soyun! Baba geliyor derler. Kadın olmaz der ise de, sakın ha. Buradan sır çıkmaz, cenâzen çıkar diyerek korkuturlar. Kadın teslîm olur. Sonra, getiren kadın, buna, babanın işi, kötülük değildi. Hazret-i Alînin sünnetini yapdı der. Bunlarda, halâl, harâm diye birşey olmadığından, en aşağı kâfirlerin bile yapamıyacağı, çirkin, alçak işleri yapmakdan çekinmezler! [(Kâşif-ül-esrâr) kitâbının yazdığı bu çirkin şeyler, şimdi Türkiyede bulunan alevîlerde ve hakîkî bektâşîlerde yokdur.