Âlem-i halkın ve Âlem-i emrin on mertebesinde seyr ve hey’et-i vahdânînin seyri, enfüs içinde seyrdir. O hâlde, enfüsün dışındaki seyr, hangi seyrdir? Hangi yolculukdur?
Cevâb: Enfüs de, âfâk gibi, ismlerin zılleri, hayâlleridir. Allahü teâlânın ihsânı ile zıl kendini unutarak, aslına dönerse ve aslını sevmeğe başlarsa, (Herkes sevdiği ile berâber olur) hadîs-i şerîfi gereğince, kendini, kendinin aslı bulur. Varlığını, aslının varlığı görür. Bu aslın da aslı vardır. Birinci asldan, bu asla geçer. Kendini bu asl bulur. Böylece, asldan asla ilerler. Bu seyr, âfâk ve enfüsün üstünde bir yolculukdur. Ba’zıları Seyr-i enfüsîye, (Seyr-i fillah) demişdir. Bizim bildirdiğimiz seyr, onların dediği seyrden başkadır. Çünki, onların seyri, husûlîdir. Bu ise, vusûlîdir. Husûl ve vusûl arasındaki farkı, çeşidli mektûblarda bildirmişdik.
Süâl: Allahü teâlânın zâtının, sıfatlarının ve ismlerinin çok yakın olduğunun açıklanmasını soruyorsunuz?
Cevâb: Bu sorunun cevâbı konuşmağa, buluşmağa bağlıdır. Yazmak uygun değildir. Yazılırsa, kapalı olur. Anlaşılabileceği belli değildir. Karşılıklı anlatılırsa, çok fâideli olur. [Birinci kısm, kırkbeşinci maddeyi okuyunuz!].
Süâl: Kemâlât-i nübüvveti soruyorsunuz. Fenâ ve Bekâ ve tecellî ve mebde’iyyet-i te’ayyünün hepsi üç vilâyetin [Evliyâlığın] kemâlâtındandır. Kemâlât-i nübüvvetde seyr, ne ile belli olur diyorsunuz?
Cevâb: Urûc ederken, ilerlerken birbirinden ayrılıklar bulunursa ve bir asldan, başka asla geçiliyorsa, böyle kemâlâtın hepsi, Evliyâlıkdadır. Aralarında fark kalmaz, ayrılık gider, hep bir olursa, Peygamberlik mertebesinin kemâlâtına başlanmış olur. Bu mertebede de vüs’at varsa da, bu başka genişlikdir. Ayrılık da varsa da, başka ayrılıkdır. Bundan fazla ne yazılır ve ne de anlaşılır.
Nemâzın ba’zı sırlarını soruyorsunuz. Bunun cevâbını başka zemâna bırakıyorum. Şimdi vakt pek azdır.
Zemânımız insanlarından şikâyetinize ba’zı şeyler yazdım. Dahâ fazla sormayınız. Bu fakîre acıyınız!
Yâ Rabbî! Günâhlarımızı ve emrlerini yapmakda kusurlarımızı afv eyle! Bizi doğru yoldan ayırma! Kâfirlerin karşısında yardımcımız ol, yâ Rabbî! Âmîn.
Aldın mı kalb yoluyla, yektâ haberini sen,
duydun mu hem Yûsüf ve Züleyhâ haberin sen?
Kalbini nice yıllar, ağlatmadı mı bu aşk,
alsan n’olur doğruca, Leylâ haberini sen?
Dağlar dahî duramaz, onun yüzüne karşı,
âlime sor Tûr ile, Mûsâ haberini sen!
Sular gibi yüzünü, yere sür, durma yüksek,
alçaklarda bulursun, deryâ haberini sen!
Âlemde nice yüzbin kişi, aşkdan bahseder,
sorma o mecnûnlara mevlâ haberini sen!
Bülbüle bakma sakın, âşık olayım dersen,
pervâneden al gizli, sevdâ haberini sen!