Dördüncü cild, üçyüzüncü sahîfede hâkimin rüşvet alması harâm olduğunu anlatırken, rüşveti dörde ayırmakdadır: Müftî, hâkim, vâlî olmak için rüşvet vermek ve birinin, haklı dahî olsa, me’mûra, hâkime rüşvet vermesi ve bunların almaları harâmdır. Çünki zâten vâcib olan şeyi yapmak için birşey almak câiz değildir. Bu işleri yapdıkdan sonra, istemeden verilen hediyye, rüşvet olmaz. Me’mûrların zulmünden kurtulmak veyâ hakkını almak, malını, cânını, dînini, ırzını korumak için me’mûra veyâ aracıya vermek câizdir. Bunların alması harâmdır. Zulm yapılması için vermek ve almak harâmdır.
Bir kimse, halâl mülkü olan malından hediyye verse, istenmeden verilen bu hediyyeyi kabûl etmek sünnetdir. (Hediyyeleşiniz, sevişiniz!) hadîs-i şerîfi, (Künûz-üd-dekâık)da yazılıdır. (Mektûbât-ı Ma’sûmiyye), ikinci cildinin otuzyedinci mektûbunda diyor ki, (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Ömere hediyye gönderdi. Kabûl etmedi. Geri göndermesinin sebebini sordu. (İnsan için hayrlı olan, kimseden birşey almamakdır) buyurdunuz deyince, (İsteyip de almak için demişdim. İstemeden verilen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızkdır. Onu alınız!) buyurdu. Ömer de, (Allahü teâlâya yemîn ederim ki, kimseden birşey istemiyeceğim ve istemeden verileni alacağım) dedi.) Hediyye kabûl etmenin tevekküle mâni’ olmadığı, (Makâmât-ı Mazheriyye)nin yirmisekizinci mektûbunda uzun yazılıdır.
Hükûmetin piyasaya narh, [fiyât] koyması câiz değildir. [Hiçbirşeyin satışında kâr haddi yokdur. Herkes, istediği kadar kâr ile satabilir.] İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cildde buyuruyor ki, (Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyurdu ki, Medîne-i münevverede, pahâlılık oldu. Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Fiyâtlar yükseliyor. Bize (Si’r) ya’nî kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyâtları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. (Dürr-ül-muhtâr)daki hadîs-i şerîfde, (Kâr haddi koymayınız! Fiyât koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnâfın hepsi fiyâtları, fâhiş olarak [mal oluş fiyâtının iki misline] artdırdığı, millete zarar ve zulm hâline geldiği zemân, hükûmetin, tüccârlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması câiz olur). [Hükûmetin koyduğu bu fiyâta uymak vâcibdir. Bunun gibi, adâleti, milletin haklarını, hürriyyetlerini koruyan kanûnlara uymak lâzımdır. Bunları korumak için, hükûmete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Dâr-ül-harbde, kâfir hükûmetlerin kanûnlarına da karşı gelmemelidir.]
İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzellinci sahîfede diyor ki, (Küçük çocuğun muhtâc olduğu şeylerin, meselâ gıdâsının, elbisesinin, süt anne ücretinin fazlasını, çocuğu evinde beslemekde olan annesinin ve erkek kardeşinin, amcasının ve sokakda görerek alıp evinde besliyen kimsenin, çocukdan kendileri için satın almaları ve kendilerinin böyle mallarını çocuğa satmaları câizdir. Bunlardan yalnız annesi, evinde beslediği küçük çocuğunu, ücret ile çalışmağa da verebilir. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, zî-rahm mahrem akrabâsından olan kadın veyâ erkek de, ecr-i misl ile verebilir). Hayreddîn-i Remlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, fetvâsında bu kavli tercîh etmişdir.
(Dürer)de ve (İbni Âbidîn)de satışda îcâb ve kabûlü anlatırken ve Alî Haydar beğin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mecelle) şerhi 167, 263, 365 ve 974. cü maddelerinde diyor ki, fâsık, müsrif olmıyan baba, baba ölmüş ise babanın vasîsi, bu da ölmüş ise, ölürken vasıyyet etdiği kimse, bu ikinci vasî de yoksa, babanın âdil olan babası, bu da yoksa, dedenin vasîsi veyâ vasîsinin vasîsi, birinci derece velîdirler. Çocuk yanlarında olmasa dahî, çocuğun menkûl mallarını her zemân, binâları ise zarûret olunca, herkese, hattâ kendilerine satmaları, kirâya vermeleri ve herkesden ve kendi mallarından çocuğun parası ile, çocuk için satın almaları ve çocuğun malı ile ticâret yapmaları ve ticâret yapması için ona izn vermeleri, ücret ile ve ücretsiz çalışmağa vermeleri câizdir. Kardeş ve amca, çocuk kendi yanlarında olup bakdıkları zemân, ancak çocuğun muhtâc olduğu şeyleri, ona alıp satabilirler.