Zarûret hâllerinde, islâmiyyet aslâ güçlük teklîf etmez, güçlüğü emr etmez. Nitekim hadîs-i şerîfde, (Dinde güçlük yokdur) buyurulmuşdur. Kur’ân-ı kerîmde Bekara sûresinin ikiyüzseksenaltıncı âyetinde meâlen: (Allahü teâlâ insana gücü yetmiyeceği şeyi teklîf etmez) buyurulmuşdur. Ya’nî, Allahü teâlâ, bir nefse, gücü yetebileceği, yapabileceği şeyi emr eder, yapamıyacağını emr etmez. [Nisâ sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen: (Allahü teâlâ, ibâdetlerinizin hafîf, kolay olmasını istiyor. İnsan za’îf, dayanıksız yaratıldı)buyurulmuşdur. İslâmiyyetde, ibâdetler için iki yol vardır: Bunlardan birisine (Ruhsat), diğerine de (Azîmet) yolu denir. Ruhsat, islâmiyyetin ibâdetlerde tanıdığı, izn verdiği kolaylıklardır. İnsana kolay geleni yapmak, ruhsat ile amel etmek olur. Zor geleni yapmak ise azîmetdir. Azîmet ile amel etmek, ruhsat ile amel etmekden dahâ kıymetlidir. Bir insanın nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azîmetleri bırakıp, ruhsat ile amel etmesi efdâl olur. Fekat, ruhsat ile amel etmek, ruhsatları araşdırmağa yol açmamalıdır.] (Amellerin en fazîletlisi, nefse en zor gelenidir) hadîs-i şerîfi, islâmiyyetdeki amellerde ta’kîb edilecek en doğru yolu, açıkca göstermekdedir. Bunun için, îmân-ı kâmil sâhibi olan mü’minler, Allahü teâlânın rızâsını ve sevgisini kazanmak için, nefslerine zor gelen, güç şeyleri yapmağı seçerler. Böylece âhiretde yüksek derecelere kavuşmak isterler.
Yalnız, başını açıp gözünü semâya dikerek ibâdet eden hıristiyanlar, beden temizliğinden hiç bahs etmiyerek iğrenç kokulu bedenleri, kirli elbise ve ayakkabılar ile kiliseye gidip, loş bir havada, nâhoş kokular içerisinde, bir parça ekmeği yiyip, bir yudum şerâb içince, Allahü teâlâ ile (hâşâ) hemen birleşeceklerini, kalblerinin kötülüklerden temizleneceğini zan ediyorlar. Böyle bir zanna sâhib olan kimseler için, elbette islâmiyyetin emrlerinin hakîkatlerini anlamak pek zordur. Yıkanmağı, temizliği, müslimânlardan öğrenerek, pislikden kurtuldular ise de, bozuk inanışları ve uydurma ibâdetleri hâlâ devâm etmekdedir.
Papazların i’tirâzlarından birisi de nemâzdır. (Tekbîr, kıyâm, rükû’ ve secde zâhire uygun olmadığı gibi, rûhânî de değil imiş.)
CEVÂB: Düşünemiyorlar ki, acabâ maddî ve ma’nevî olarak, Allahü teâlâya ibâdetden maksad nedir? İbâdet, her ne şeklde olursa olsun, Allahü teâlâya ta’zîm ve Allahü teâlânın nihâyetsiz hazînesinden yapmış olduğu sayısız ihsânlarından dolayı, hamd ve senâ etmek ve kendinin âcizliğini i’tirâf edip, Allahü teâlâdan rahmetini istemekdir. Allahü teâlâya ta’zîm sebeblerini araşdırdığımızda, nemâzın rüknlerinden olan, kıyâmda elleri bağlıyarak huşû’ ile Allahü teâlânın huzûruna çıkmak, Besmele-i şerîfe ve sûre-i Fâtiha okuyarak hamd ve senâ etmek, rükû’ ve secdelerde, vâcib-ül-vücûd olan Allahü teâlâyı tesbîh ve her hareketde (Allahü ekber) tekbîr cümlesi ile, Allahü teâlânın büyüklüğünü söylemek, Allahü teâlâyı ta’zîm etmekdir.