Bunun cezâ ve keffâreti, Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği gibidir. [Kazâ îcâb ederse, kazâ, keffâret îcâb ederse keffâret yapar, ayrıca da tevbe eder.] Hükûmet tarafından verilen cezâ, müslimânın günâhını i’lân etmesinin ve başkalarına fenâ misâl olmasının cezâsıdır. Bu cezâlar müslimânlar içindir. İslâm devleti hıristiyanların ibâdetlerine karışmaz. Onlara ibâdetleri için, hiç bir cezâ verilmez. Hiç bir baskı yapılmaz. Bu cezâlar, müslimânların ahlâkını ve millî birliğini bozulmakdan muhâfaza eder. (Dinde zorlama yokdur) meâlindeki Bekara sûresinin ikiyüzellialtıncı âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile islâm dînine da’vet edilerek, müslimân yapılamıyacağını ifâde etmekdedir. (Eğer onlar, tevhîd ve hicretden yüz çevirirlerse, onları nerede bulursanız esîr veyâ katl ediniz) meâlindeki Nisâ sûresinin seksen dokuzuncu âyeti ise, islâmiyyeti kabûl etdikden sonra, ondan yüz çevirip irtidâd edenlerin öldürülmesi îcâb etdiğini bildirmekdedir. (İslâmiyyet insanları müslimânlıkda kalmağa ve riyâya zorlar) ma’nâsını bu papaz kendi kafasından çıkarmışdır. Bu sözünden, Kur’ân-ı kerîmi dilediği gibi tefsîr etdiği görülmekdedir. [Her hâlde Kur’ân-ı kerîmi de, okuduğu İncîller gibi zan etmekdedir. Fekat işin aslı böyle değildir. Kur’ân-ı kerîmi kendi aklına göre tefsîr eden kâfir olur. Kur’ân-ı kerîm, serhoş kafalar ile okunup, ahkâm kesilecek bir kitâb değildir. Onu tefsîr etmek için, önce müslimân olmak, sonra nice ilmlerde mütehassıs olmak ve ayrıca Allahü teâlânın husûsî bir nûruna kavuşmak lâzımdır.]
Yine bu papaz, (İncîlin, irtidâd edenlere ve oruc yiyenlere cezâ verilmesine muhâlif olduğu, şundan da anlaşılıyor ki, bir vakt,Îsâ Mesîhe tâbi’ olanlardan ba’zısı, bir şeyden dolayı üzülerek ondan ayrılmağı arzû etdiklerinde, Îsâ Mesîh diğerlerine hitâben, (Siz dahî gitmek ister misiniz) diyerek, onları gidip gitmemekde serbest bırakmasıdır. Onlardan birisi, hepsine vekâleten (biz kime gidelim, ebedî hayâtın kelâmı sendedir) demişdir) demekdedir.
CEVÂB: Ulül-azm Peygamberlerin hepsi, Allahü teâlâ tarafından getirdikleri ahkâm-ı şer’ıyyenin yerleşmesine ve tatbîk edilmesine bizzat kendileri vazîfeli idiler. Îsâ aleyhisselâmın teblîg etmeğe me’mûr olduğu şerî’at, Mûsâ aleyhisselâmın şerî’atinin kemâle kavuşdurularak kuvvetlendirilmesi ve bir takım zâhirî ibâdetler ile güzel ahlâk sâhibi olmakdan ibâret idi. Îsâ aleyhisselâm, Benî İsrâîlin sapıtmış olanlarını Tevrât ve İncîlin ahkâmına uymağa da’vet ederdi. Îsâ aleyhisselâma îmân edenlerin, îmânlarının ne derece kuvvetli olduğu, bugünkü İncîllerin (Îsâ, yehûdîler tarafından yakalandığı zemân havârîler onu yalnız bırakıp kaçdılar.