O kitâblarda ve sahîfelerde ve Kur’ân-ı kerîmde bulunanların hepsi, (Ahkâm-ı ilâhî)dir. Her vakte uygun olan hükmleri, o zemânın insanlarına göndermişdir.
Allahü teâlâyı mü’minler Cennetde, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmıyarak ve nasıl olduğu anlaşılmıyarak ve ihâtasız, ya’nî bir şeklde olmıyarak görecekdir. Allahü teâlâyı âhıretde görmeğe inanırız. Nasıl görüleceğini düşünmeyiz. Çünki, Onu görmeği akl anlıyamaz. İnanmakdan başka çâre yokdur. Felsefecilere ve mu’tezîle fırkasındaki müslimânlara ve Ehl-i sünnetden başka bütün fırkalara yazıklar olsun ki, kör olduklarından, buna inanmakdan mahrûm kaldılar. Görmedikleri, bilmedikleri şeyi, gördükleri şeylere benzetmeğe kalkarak, îmân şerefine kavuşamadılar.
İnsanları, Allahü teâlâ yaratdığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve fenâ şeylerin hepsi Onun takdîri [dilemesi] iledir. Fekat, iyi işlerden râzıdır [beğenir]. Fenâ, kötü işlerden râzı değildir, beğenmez. İyi ve kötü her iş, Onun istemesi ve yaratması ile ise de, Onu yalnız, bir kötü şeyin yaratıcısı olarak ismlendirmek, edebsizlik olur. Kötülüklerin hâlıkı [yaratıcısı] dememelidir. İyilerin ve kötülerin hâlıkıdır, yaratıcısıdır demelidir.) (Mektûbât)dan terceme temâm oldu.]
Allahü teâlânın vahdâniyyetini [birliğini] isbât husûsunda Fahreddîn-i Râzî “rahimehullah”,[1] kelâm âlimlerinin bildirdikleri burhânlardan [delîllerden] yirmi kadarını beyân etmişdir. Bunlardan birkaçını aşağıda bildireceğiz:
1 — Enbiyâ sûresinin yirmiikinci âyetinde meâlen: (Eğer yer ile gökde, Allahdan başka ilâhlar olsaydı, bunlardaki nizâm bozulur, karma karışık olurdu) buyurulmuşdur.
Bu âyet-i kerîmenin işâreti (Burhân-ı temânü’)dür. Ya’nî âlemin hâlıkının [yaratıcısının] iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının fi’lleri, birbirinden, yâ farklı veyâ aynı olur. Birbirinden farklı olursa, âlemin fesâdı lâzım olur. Ya’nî semâvât ve arzın bu husûsî nizâmından [düzeninden] çıkmasını ve yok olmasını veyâ birbirine zıd şeylerin aynı anda bir araya cem’ edilmesini îcâb etdirir. Meselâ, iki ilâhdan birisi, Zeyd ismindeki insanın hareketini, diğeri de o anda hareket etmeyip sükûnunu irâde etse [dilese], ilâh oldukları için kudretleri Zeyde te’sîr edince, cem-i zıddeyni îcâb etdirir. [Bu ise, mümkin değildir. Çünki, cem-i zıddeyn muhâldir. Ya’nî, iki zıd şeyin, aynı anda bir araya gelmesi, mümkin değildir.
—
[1] Fahrüddîn Râzî, 606 [m. 1209] da Hirâtda vefât etdi.