Bugünkü mekteb ve medreselerin niçin eski parlaklığı ve intizâmı kalmamışdır denilirse, bunun sebebleri içerisinde dinle ilgili birşey bulunamaz. İyilik ve hayr için kurulan vakfların, ehl olmıyan din câhili, münâfık mason kimselerin emrlerine geçdiğinden beri, güzel bir idâreye mazhar olamadıklarını üzülerek görüyoruz. Bununla berâber, medreselerde yetişen talebeler, Avrupalı talebeler gibi, yalnız fen ve matematik dersleri görmeyip, ayrıca ilm-i kelâm, ilm-i fıkh, ilm-i tefsîr gibi din ilmlerini de tahsîl ederler. Bunun için, bu talebeler arasında, Avrupada olduğu gibi, din düşmanı kimseler bulunmaz. Çünki, fen ilmlerinin ilerlemesi, islâm dîninin emrlerinin doğruluğunu anlamağa, dahâ açık bir şeklde hizmet eder. Ya’nî bir kimse, fen bilgilerini ne kadar çok tahsîl ederse, îmânı o kadar çok kuvvetli bir müslimân olur. Fekat hıristiyanlıkda hâl bunun tam aksinedir. Bir kimse, hıristiyan akîdesinin temeli olan (teslîs), ya’nî (üç birdir, bir üçdür), sözünü, hiç incelemeden kabûl edecek kadar ahmak ve câhil olmadıkca, tam bir hıristiyan olamaz.
Protestan papazın (Hıristiyanlar her yere hıristiyanlığı yaymak için, misyonerler ve çeşidli kitâblar gönderdikleri hâlde ve islâmiyyeti yok etmek için, ingilterede (Müstemlekeler nezâreti) kurulduğu hâlde, müslimânlar, putperestleri ve hıristiyanları islâmiyyete da’vet için, niçin gayret göstermiyorlar. Kur’ân-ı kerîm tercemeleri dağıtmıyorlar ve islâma da’vet için çeşidli yerlere âlimler göndermiyorlar) süâline gelince, yukarıda zikr etdiğimiz gibi, bu mühim dînî hizmetin yerine getirilmesi, müslimânların vazîfesidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında, bu vazîfeye çok ehemmiyyet verilmiş, bu hâle, asrlar boyunca devâm edilmişdir. İslâmiyyetin çok kısa bir zemânda yeryüzünün hemen hemen yarısına yayılması, adâlete, güzel ahlâka ve ilme, fenne verdiği ehemmiyyet sebebi ile olmuşdur. Dahâ sonra, bid’at ehli, sapık kimseler [ve masonlar ve ingiliz câsûsları] devlet işlerinde söz sâhibi olunca, islâmiyyetin en mühim emri olan emr-i ma’rûf, ya’nî iyiliği emr etmek vazîfesi gevşedi. İslâmiyyeti dünyâya yaymak gayreti kalmadı. İslâmiyyetin bu gizli düşmanları, (Bunca zemân içerisinde islâmiyyet pek çok memlekete yayılmışdır. Bundan sonra, aklı olan, gözü gören, se’âdet, kurtuluş isteyen, kendi arasın bulsun. İslâmiyyet güneş gibi meydândadır) diyerek, sonraları, insanları islâma da’vet işine ehemmiyyet verilmedi. (Bir tüccarın hâlis bir pırlantası olsa, onu dükkân dükkân gezdirip, müşteri aramasına lüzûm yokdur. Fekat mal çürük olur ise, onu elden çıkarmak için, kapı kapı dolaşdırıp “bu çok güzel bir maldır, alınız, bir dahâ ele geçmez” gibi câhilleri aldatacak yalanlar söylemesi îcâb eder) şeklinde çürük mantıklar ileri sürdüler.