Cevâb: Dinde reformcu, evvelâ Kur’ân-ı kerîmin tercemesini ele alıyor. Bugün müslimânım diyenlerin çoğu Kur’ân-ı kerîmin şimdiye kadar terceme edilmemesinden, din bilgilerinin gizli kalmış olduğundan şikâyet etmekdedir. Kur’ân-ı kerîmin başka dillere çevrilmesini islâm âlimleri yasak etmiş gibi konuşuyorlar. Bu şikâyetleri temâmen yanlışdır. Evet, islâm âlimleri, Kur’ân-ı kerîmi başka dillere terceme etmeğe kalkışmamışdır. Çünki, Allah kelâmının, kendi lisânındaki beyân, belâgat ve mükemmeliyyet bozulmaksızın, terceme edilmesini göze alamamışlardır. Terceme ne kadar başarılı olursa olsun, Allah kelâmının i’câzına varılabilmesi imkânsız görülmüşdür. Kur’ân-ı kerîm, diğer semâvî kitâblarda bulunmayan bir i’câza mâlikdir. Arabistânda belâgat yarışları yapıldığı bir zemânda nâzil olmuş, hepsini geride bırakmışdır. Böyle bir kitâbın tercemesinin de, böyle olması lâzımdır. Bu ise, mümkin değildir. İnsan gücünün üstünde bir belâgati olan Kur’ân-ı kerîme lâyık bir terceme yapabilmek için, insan gücünün üstünde bir kuvvet lâzımdır. Bu iş, bir iktidâr problemi, ya’nî Kur’ân-ı kerîmin üstünlüğünü korumak mes’elesidir. Kur’ân-ı kerîmin belâgat ve i’câz zevkini tatmak isteyenlerin arab edebiyyâtını ve tefsîr, usûl-i fıkh gibi dahâ nice islâm ilmlerini öğrenerek, Kur’ân-ı kerîmin huzûruna çıkmaları lâzımdır. Kur’ân-ı kerîmin ayaklarına gelmesini beklememelidirler.
Kur’ân-ı kerîmin türkçe tefsîrini yazmakla türkçe tercemesini yapmak, başka başka şeylerdir. Tercemesi tefsîrinden dahâ güçdür. Şimdiye kadar, türkçe tefsîri ve tercemesi yazılmamış da değildir. Yazılmış, fekat ehli tarafından beğenilmemişdir. Bu reformcular, bu işin ilk olarak moskof reformcusu tarafından yapılmağa başlandığını sanmakla aldanıyorlar. Bunların dediği gibi, müslimânların fikrleri, vicdanları bir terceme ile esâretden kurtulacak ise, dahâ evvelki tercemelerle kurtulmuş olmaları lâzım gelirdi. Hem de, vaktîle (Mevâkib) gibi ve (Tıbyân) gibi türkçe tefsîrleri yapmış olanlar, şimdi tercemeye kalkışan ahlâk ve din bilgilerinde kara câhil olanlar gibi değillerdi. Yirmi ana ilmde ve çok sayıdaki âlet bilgilerinde söz sâhibi olan salâhiyyetli, kıymetli kimseler idi. Müslimânlar bunları okuyup, istifâde ediyorlardı. O türkçe tefsîrleri beğenmeyen dinde reformcuların istediği, yoksa başka dürlü, ya’nî kendi görüşlerine uygun bir terceme mi olacak? Arabcanın dahâ gramerini bilmeyen câhillerin yapacağı bir terceme, bütün müslimânlara, Kur’ân-ı kerîm olarak kabûl etdirilecek, dinde reformcular, Kur’ân-ı kerîmin türkçe herhangi bir tercemesine Kur’ân diyecekler. Türklerin nemâzlarını işte bu türk Kur’ânı ile kıldıracaklar.