Hâlbuki (millet) kelimesinin ilk ma’nâsı (din) demekdir. Sonradan kavm, ya’nî aynı topraklar üzerinde doğan ve yaşayan insanlara denilmişdir.
Din ve milliyyet kelimelerini geniş olarak açıklayalım:
(Dîn-i İslâm) ya’nî (İslâmiyyet), Allahü teâlânın var olduğuna ve bir olduğuna ve Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hepsine inanmak demekdir.
Allah her şeyi var eden ve kendi varlığının başlangıcı ve sonu, sınırı bulunmayan ve nasıl olduğu akl ile anlaşılamayan, yalnız ulûhiyyet ve hâlıkiyyet için lüzûmlu sıfatları bilinen bir varlıkdır. Kendi kendine hep vardır ve bir dânedir. Ondan başka hiçbir şey kendi kendine hep mevcûd olamaz. Herşeyi var eden ve varlıkda durduran yalnız Odur.
Kendi kendine vardır demek, kendi kendine var olmuşdur demek değildir. Çünki, böyle söylemekle, sonradan var olduğu anlaşılır. Hâlbuki, Onun dâimâ varlığı lâzımdır. Hiçbir zemân yok değil idi. Kendi kendine var olmak demek, varlığı hiçbirşeye muhtâç olmamak demekdir. Bütün varlıkların var olması için, Onun dâimâ var olması lâzımdır. Herşeyi var etmesi ve böyle düzgün hâlde durdurması için lâzım olan kemâl sıfatları vardır. Noksanlık, ayb ve kusûr Onda olamaz.
Bütün varlıkları var eden bir varlık bulunmasa, yâ herşey kendi kendine var olur, yâhud hiçbirşeyin var olmaması lâzım gelir. Herşeyin kendi kendine var olması, akla uygun birşey değildir. Çünki, birşeyin kendi kendine var olması, kendinden evvel kendisinin hep var olmasını îcâb eder. Kendinin hep var olması, ya’nî (vâcib-ül vücûd) olması îcâb eder. Böyle olsaydı, yok iken sonradan var, yâhud var iken sonradan yok olmazdı. Hâlbuki, her şey yok iken sonradan var oluyor ve tekrar yok oluyor. Bundan da, hiçbir mahlûkun vâcib-ül vücûd olmadığı anlaşılır. Zâten kendi kendine var olmak, aklın kolayca anlıyabileceği birşey değildir. Vâcib-ül vücûd bir olmak lâzımdır. Kendinden başka, bütün varlıkları yokdan var eden bir varlık lâzımdır. Mahlûkların var olması için bir vâcib-ül vücûdun varlığı lâzım olmasaydı, hiçbirşeyin varlığını kabûl edemezdik.
Her varlığın kendi kendine var olması, fenne o kadar uzak birşeydir ki, tabî’atcılar bile (tabî’at şöyle yapmışdır, tabî’at kuvvetleri yapmışdır) diyorlar. Böylece varlıkların kendiliklerinden olmayıp, bir yapıcısı bulunduğunu, farkında olmadan açıklamış oluyorlar. Fekat, o yapıcıya lâyık olan ismleri ve sıfatları vermekden çekiniyorlar.