Muayyen bir mezhebe uymasa bile, yeni hükmler çıkarmak lüzûmludur. Çünki, her zemânın husûsiyyetlerine göre ilâhî mükellefiyyetler şartdır. Şimdiye kadar yazılmış olan mezheb kitâbları hem yetersiz, hem de ayrılıklarla doludur. İslâmın prensipleri ile bu ayrılıkları izâle etmek tek çıkar yoldur) diyor.
Ağzının suyunu akıtarak uçurduğu, pek hoşuna giden bu balonları da, Veliyyullah-ı Dehlevînin şişirmiş olduğunu söylemekdedir. O büyük âlimi kendine yalancı şâhidi yapmakdadır. Bu iftirâları, kendi iç yüzünü ortaya koymakda, maskesini kaldırmakdadır. Bakınız, şâh Veliyyullah-ı Dehlevî, meşhûr (İzâle-tül-hafâ) kitâbının önsözünde ne buyuruyor:
(Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan ahkâmın çoğu, mücmeldir. Selef-i sâlihînin tefsîrleri olmadan çözülemez, anlaşılamazlar. Bir kişinin bildirmiş olduğu hadîs-i şerîflerin çoğu, Selef-i sâlihînden çok kimse bildirmedikçe ve müctehidler bunlardan ahkâm çıkarmadıkça, sened olamazlar. O büyüklerin çalışmaları olmasaydı, birbirlerine uymuyor sanılan hadîs-i şerîfler bir araya getirilemezlerdi. Bunun gibi, bütün din bilgileri, meselâ (İlm-i kırâet) ve (İlm-i tefsîr) ve (İlm-i akâid) ve (İlm-i sülûk) [ya’nî tesavvuf ilmi], o büyüklerden gelmiş olmadıkça, sened olamazlar. Bütün bu bilgilerde, Selef-i sâlihîne kaynak olan, ışık tutan, Eshâb-ı kirâmdır. Selef-i sâlihînin yapışdıkları direk, Hulefâ-i râşidînin etekleridir. Bu aslı, bu direği kırmağa çalışan kimse, bütün din bilgilerini yıkmış olur).
(İzâle-tül-hafâ)nın yirmibirinci sahîfesinde diyor ki, (Müctehid olmak için, fıkh bilgilerinin çoğunun, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve icmâ’dan ve kıyâsdan, edille-i tafsîliyyelerini bilmesi lâzımdır. Her hükmün delîlini bilmelidir. Delîle zann-ı kavî hâsıl etmelidir. Bu zemânda, müctehid olabilmek için bu beş ilmde mütehassıs olmak şartdır: İlm-i kitâb-ı kırâet ile ilm-i tefsîr, ilm-i hadîs ki, her hadîsi senedleri ile bilmesi ve sahîhi, za’îfi hemen tanıması, üçüncüsü, ilm-i ekâvîl-i selefdir. Ya’nî her mes’ele için selef-i sâlihînin ne dediklerini bilmelidir ki, İcmâ’dan dışarıya çıkmasın. Bir mes’ele üzerinde iki başka kavl olmuş ise, kendisi bir üçüncü yola sapmasın. Dördüncüsü, ilm-i arabîyyet, ya’nî, lugât, nahv, mantık, beyân, me’ânî, belâgat ve sâir arabî ilmlerdir. Beşincisi, ilm-i turuk-ı istinbât ve vücûh-i tatbîk-i beynel-muhtelifeyndir. Böyle derin bir âlime müctehid denir. Böyle bir âlim, cüz’î mes’elelerden birinde çok düşünür. Buna benziyen her hükmü, delîlleri ile birlikde inceler. Muhakkak bilmelidir ki, Kur’ân-ı kerîmi tefsîr edebilmek için de, bu beş ilmde derin mütehassıs olmak lâzımdır.