Ulemâ-i râsıhîne gayr-i müslim diyecek kadar küstahlaşıyor. Çünki, islâmiyyetden önce mevcûd olan vahdet-i vücûd bilgilerini de, hak olan eski semâvî dinlerin tesavvufcuları ortaya koymuşdu. Yunan felsefecileri ve İskenderiyye mektebi kâfirleri, bu bilgileri din tesavvufcularından çalarak benimsemişlerdi. Vahdet-i vücûd bilgileri felsefecilerin buluşu değil, dinde yükselmiş mü’minlerin ma’rifetleri ve keşfleridir. Vahdet-i vücûd, (Se’âdet-i Ebediyye)nin çeşidli yerlerinde açıklanmışdır. Lutfen, kitâbın fihristinden yerlerini bularak okuyunuz!
7 — Zümer sûresinin üçüncü âyetini tefsîr ederken, (Tevhîd ve ihlâs sâhibi, Allahdan başka kimseden birşey istemez. Hiçbir mahlûka i’timâd etmez. İnsanlar, İslâmiyyetin bildirdiği tevhîdden ayrıldı. Bugün bütün memleketlerde Evliyâya ibâdet ediliyor. İslâmiyyetden evvelki arabların meleklere, heykellere tapındıkları gibi, onlardan şefâ’at istiyorlar. Allahın bildirdiği tevhîdde, ihlâsda, Allah ile kul arasında vâsıta ve şefâ’at etmek yokdur) diyor. Bu yazıları ile, vehhâbî olduğunu i’lân ediyor.
8 — Bu sosyalist yazar, kendisini tefsîr âlimi sanmakda, çeşidli âyet-i kerîmelere yanlış ma’nâ vermekdedir. Meselâ Nisâ sûresinin yedinci âyet-i kerîmesine, (Ana-babanın ve yakınlarının bırakdıklarında, erkeklere bir pay vardır. Ana babanın ve yakınların bırakdıklarında kadınlara da bir pay vardır. Bunlar az veyâ çok farz kılındığı şeklde bir paydır..) demekdedir. Hâlbuki islâm âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bu âyet-i kerîmeye, (Anababa ve yakınların bırakdıklarında erkeklere pay vardır. Ana-babanın ve yakınlarının bırakdıklarında, kadınlara da pay vardır. Bırakılan mallar az olsun çok olsun, farz kılınan mikdârdaki payları onlara verilir) demişlerdir. Beydâvîde sebebi de açıklanmışdır. Hele bundan sonraki âyet-i kerîmeye,(Biz burada nesh husûsunda bir delîl göremiyoruz. Bizim görüşümüze göre bu âyet muhkemdir. Gereği şeklde amel etmek de farzdır) diyerek, kendi görüşüne göre tefsîr yapdığını yazmakdan da sıkılmamakdadır. Hâlbuki tefsîr âlimleri, bu âyet-i celîleye vâcib diyenler oldu ise de nedbdir. Ya’nî müstehabdır demişlerdir. Bütün islâm memleketlerinde de, böyle yapılagelmişdir.
Bundan önceki âyet-i kerîmeyi bildirdikden sonra, (Allahü teâlâ, mal ve mülkü cem’iyyete tevdî etmişdir. Cem’iyyet, bu malları güzel kullanmakla mükellefdir. Cem’iyyet başlangıçda bütün malların sâhibidir. Vârisler (vasîler) sâdece -cem’iyyetin izni ile- bu malları kullanma hakkına sâhibdirler) diyerek, islâm dînine iftirâ etmekde, reform yapmağa kalkışmakdadır.