Bunlar da, ticâretlerini orada yapıp geriye döndüler. (Busrâ), Şâmın 90 kilometre cenûb-i şarkîsinde, Kudüsün 130 km. şimâl-i şarkîsindedir. Ondört veyâ onyedi yaşında iken, Yemene giden amcası Zübeyr, ticâreti bereketli olmak için, Resûlullahı da berâber götürdü. Yirmi yaşından sonra, Mekke dışında koyun güdüp geçinirdi. Bahreyne gitdiğini bildiren güvenilir haber olmadığı gibi, Habeşistâna seyâhat buyurduğunu da, nübüvvetine inanmıyanlardan başka, kimse düşünmüş değildir. Habeş dilinden konuşduğu görüldü. Bu da, Habeşistâna gitmiş olduğunu düşündürür diyenler, yanılmakdadır. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kendisine gelen yabancılara, onların değişik konuşmalarına uygun olarak cevâb verirdi. Böyle konuşması, Allahü teâlânın kendisine ihsân etdiği, sayısız mu’cizelerden birisi idi. Yukarıdaki üç veyâ dört seyâhatin hiçbirisine kendiliğinden katılmamışdı. Vücûd-i şerîfi ile bereketlenmek için götürülmüşdü. Şâma olan son yolculukda, kervan başkanı olan Meysere, Hadîceye müjdeci olarak Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” göndereceği zemân, kervanda bulunan Ebû Cehlin, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” dahâ gencdir. Bir yere yolculuk yapmamışdır. Yolu şaşırır. Başkasını gönder demesi de, Hamîdullahın yanlış ve sapık düşündüğünü göstermekdedir. Bizansa, Aceme, Habeşe ve Yemene gidip, oralarda öğrendiklerini ortaya koyarak, kavmini islâha kalkışdı demek ve Resûlullah efendimiz için (tecribeli adam) diyerek edebsizce davranmak, bir müslimânın yapacağı şey değildir.
(Kısas-ı Enbiyâ)nın üçyüzdoksanbirinci sahîfesinde diyor ki, (Resûlullah ümmî idi. Ya’nî kimseden birşey öğrenmemişdi. Yazı yazmazdı. Okumazdı. Ümmî olan insanların arasında yetişdi. Mekkede, geçmiş insanların hâllerini bilen bir âlim yokdu. Başka yerlere giderek kimseden birşey öğrenmemişdi. Kazanç için bir iş tutmamışdı. Böyle iken, Tevrâtda ve İncîlde ve gökden inmiş olan başka kitâblarda bulunan bilgileri ve eski insanların hâllerini haber verdi. O zemânlarda târîh bilgileri, karışmış, bozulmuşdu. Doğrusunu iğrisinden ayırabilen pek az kimse vardı. Her dinden adamlara cevâblar verip, hepsini susdurdu. Bu başarıları, kendisinin Allahdan gönderilmiş bir Peygamber olduğunu göstermekdedir. Zemânındaki edebiyyâtcılara, şâ’irlere meydân okuduğu hâlde, hiçbiri onun getirdiği Kur’ân-ı kerîm gibi, bir satır bile söyliyemediler. Hâlbuki Mekkeliler, şi’r okumağa, nutk söylemeğe meraklı olup, bu yolda çok çalışırlar ve yarışırlardı. Düzgün konuşmakla öğünürlerdi. Kur’ân-ı kerîm, bütün şâ’irlere gâlib geldi. Kur’ân-ı kerîme karşı koyamadılar. Şaşkınlıklarından, kılıca sarılıp, döğüşmeği, ölmeği göze aldılar.