Efendisinin işlerini görmek için, çeşidli şehrlere gitdi. Efendisinin vefâtından sonra, kitâb ticâreti yapdı. Gitdiği yerlerde gördüklerini, işitdiklerini yazarak,(Mu’cem-ül-büldân) kitâbını meydâna getirdi. Bunun ticâretinden de çok kazanc sağladı. Rey şehri, Tahranın beş kilometre cenûbunda olup, şimdi harâbe hâlindedir. Hicretin yirminci senesinde hazret-i Ömerin emri ile Urve bin Zeyd-i Tâî “rahime-hümallahü teâlâ” tarafından feth olunmuşdu. Ebû Ca’fer Mensûr zemânında i’mâr edilmiş, büyük âlimlerin kaynağı ve medeniyyet merkezi olmuşdu. 616 senesinde Cengiz kâfiri, bu islâm şehrini de, tahrîb ve ehâlîsini şehîd ve kadınları, çocukları esîr etdi. Yâkûtun gördüğü harâbeleri, bir sene önce Moğol ordusu meydâna getirmişdi. Yâkûtun sorduğu mezhebsizler, bu cinâyeti, Ehl-i sünnete yüklemiş, Yâkût da, buna inanmışdı. Bu da, Yâkûtun târîhci değil, câhil bir turist olduğunu göstermekdedir. Mezhebsizler ve dinde reformcular, dört mezhebden birini taklîd edenleri ve yüce fıkh âlimlerini kötülemek için, ilmî ve târihî vesîka bulamayınca, acem hikâyelerine dayanan yazılarla ve sözlerle saldırmakdadırlar. Böyle hikâyeler, Ehl-i sünnet âlimlerinin üstünlüklerini, kıymetlerini sarsmaz. Aksine, mezhebsiz din adamlarının câhil ve sapık olduklarını ortaya koymakdadır. Din adamı değil, din düşmanı olduklarını göstermekdedir. Din adamı görünüp, müslimânları aldatmak, böylece dört mezhebi içerden yıkmak gayretinde oldukları anlaşılıyor. Dört mezhebi yıkmak, Ehl-i sünneti yıkmakdır. Çünki, Ehl-i sünnet, amelde dört mezhebe ayrılmışdır. Bu dört mezhebden başka Ehl-i sünnet yokdur. Ehl-i sünneti yıkmak da, islâmiyyeti yıkmak, Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlâdan getirdiği hak dîni, islâm dînini yıkmakdır. Çünki, (Ehl-i sünnet) demek, Eshâb-ı kirâmın yolunda giden hakîkî müslimânlar demekdir. Eshâb-ı kirâmın yolu, Muhammed aleyhisselâmın yoludur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz)hadîs-i şerîfinde, Eshâb-ı kirâma uymamızı emr buyuruyor.
Uymak, tâbi’ olmak, iki dürlü olur: Biri, i’tikâdda, ya’nî îmânda, ya’nî inanmakda uymakdır. İkincisi, yapılacak işlerde uymakdır. Eshâb-ı kirâma uymak, inanılacak şeylerde uymak demekdir. Onlar gibi îmân etmek demekdir. Eshâb-ı kirâm gibi îmân eden müslimânlara (Ehl-i sünnet) denir. Amelde, ya’nî yapılacak ve sakınılacak işlerin herbirinde Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hepsine uymak lâzım değildir. Buna imkân da yokdur. Her işi Eshâb-ı kirâmın nasıl yapdıkları bilinemiyor.