401

Hepsi Cehenneme gidecek, dediler. Yine sorup, Ehl-i sünnet nereye gidecek, dedi. Bunlar da Cehenneme gidecek dediler. Şâh, bunlara kızarak, (Cenâb-ı Hak, sekiz Cenneti, yalnız Îrânın bir kısm halkı için mi yaratdı?) demişdir.

Binikiyüzsekseniki 1282 [m. 1866] senesinde, fakîr hacca gitmişdim. Yolda Hasen efendi adında bir Îrân âlimi ile karşılaşdım. Ona dedim ki, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvan” birçok hadîs-i şerîfler ile medh edildi. Böyle iken, siz niçin onlara düşman oluyor, hepsine söğüyorsunuz? (Ben Onlara düşman değilim. Fekat, şî’îlerin çoğuna göre, Ebû Bekr-i Sıddîk, halîfeliği Alînin elinden zor ile almış, Eshâb da, bundan yana olmakla irtidâd etmişler) dedi. Buna karşılık dedim ki, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, bunların mürted olacaklarını bilmedi de, onun için mi medh ve senâ eyledi? Cevâb olarak (sonunda böyle yapacaklarını bilmedi. Bilseydi, hiçbirini medh etmezdi. Hepsine la’net ederdi) dedi. Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâmı çeşidli âyet-i celîle ile medh ediyor. Acabâ, Allahü teâlâ da bilmedi mi dedim. Şî’î, buna bir cevâb veremedi. Hazret-i Alî, dünyâ mevkı’i için çatışdı demek buna iftirâ etmek değil midir, dedim. (Hazret-i Alînin Eshâba çatması, dünyâ mevkı’i için değildi. Fahr-i kâinât efendimiz, Alînin halîfe yapılmasını söylemişdi. Eshâb, bu emri dinlemediği için mürted oldular. Hazret-i Alî de, Resûlullahın emrinin yapılması için onlarla çatışdı) dedi. Buna karşılık şî’îler, Resûlullahın emrini dinlemiyerek, birçok bid’at yapdılar. Bunlar arasında emrleri ve sünnetleri yerine getiren pek az kimsedir. Bunun için, onlar da mürted olmuyor mu, dedim. Bir cevâb veremedi. Diyelim ki, hazret-i Alî, halîfe yapılmadığı için, hazret-i Fâtıma da, hurma bağçesi kendisine verilmediği için, Eshâb-ı kirâma gücenmiş olsunlar. Bir mü’minin, din kardeşlerine, kırılarak, kızarak üç günden çok dargın durması harâmdır. Bunlar ölünciye kadar dargın kaldılar demek, nasıl câiz olur, dedim. (Bunların darılması, emri yapmadıkları içindi) dedi. Mü’min olanlar islâmiyyete uymazsa onlara darılmak, vazîfeye çağırmak farzdır. Bunu da, âmirler, kuvvet kullanarak, âlimler de, söyliyerek çağırır. Diğer halk ise, yalnız kalbleri ile kırılırlar. Bu da, îmânın en aşağı derecesidir. Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, Allahın arslanı iken, acabâ neden kuvvet kullanarak emrin yerine getirilmesini sağlamadı? Yoksa kuvvetsiz mi idi? Anasını, babasını ve çocuklarını öldüren kimseyi kısâs için öldürmek câiz iken, Bekara sûresinin ikiyüzotuzyedinci âyetinde meâlen, (Eğer afv ederseniz, takvâya dahâ yakın olur) ve Nisâ sûresinin kırksekizinci ve yüzonaltıncı âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, dilediğinin, şirkden[ya’nî küfrden] gayri günâhlarını afv eder) ve Mâide sûresinin otuzsekizinci âyetinde meâlen, (Bir kimse, zulm ya’nî günâh işleyip, sonra tevbe eder ve sâlih amel işlerse, Allahü teâlâ tevbesini, elbette kabûl eder) buyurulmuşdur.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.