Bunlar gibi, tevbenin kabûl olunacağını bildiren otuz kadar âyet-i kerîme vardır. Herhangi bir kul, fısk, fücûr, günâh işleyip, sonra tevbe edince, afv-ı ilâhîye kavuşuyor da, Resûlullahın Eshâbı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hilâfet işinde yanılsalar bile, tevbe etmeyip afva kavuşmadıkları biliniyor mu, dedim. Yine hiç cevâb veremedi.
Bağdâd müftîsi Arûs zâde efendi, Kerbelâda, hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” efendimizin türbedârından işitdiği aşağıdaki vak’ayı bu fakîre bildirmişdi:
Hazret-i Hüseyn “radıyallahü anh” bir gece rü’yâda türbedâra görünerek, yarın Îrândan bir cenâze getirilecekdir. Onu, sakın bana yakın defn etdirme, dedi. Ertesi gün Îrândan bir cenâze getirildi. Türbe yanına defn etmek istediler. Önce izn vermemiş ise de, çok zengin olduklarından çok para vermişler. O da, izn vermiş. İki bin adım kadar uzak bir yere defn etmişler. O gece, imâm-ı Hüseyn “radıyallahü anh”, rü’yâda görünerek, türbedâra darılır, bağırır. Pişmân olduğunu, afv buyurmasını yalvarır. Ertesi gece, yine görünüp, yine darılır, paylar. Türbedâr, ertesi gün, meyyiti oradan çıkaracağını, uzaklaşdıracağını söyler. Resûlullahın gözbebeği “radıyallahü anh”, (Bizim yanımızda iki gece yatan afv olunur. O, afv olundu. Lâkin, ben çok sıkıldım) buyurdu. Mevtânın da, türbedârın da afv olunduğuna işâret buyurdular. Türbedâr, bunları Arûs zâdeye anlatınca, kıymetli müftî, türbedâra karşılık (İmâmın kötü dediği bir fâsık, türbesinden iki bin adım uzakda, iki gece kalmakla afva kavuşuyor da, Şeyhayn [ya’nî Ebû Bekr ile Ömer] “radıyallahü anhümâ” binikiyüzaltmış seneden beri, hücre-i mu’attara-i Nebeviyyede yanyana yatdığı hâlde afva kavuşamadılar mı?) diye sorar. Türbedâr, şaşırıp birşey diyemez. Âciz, câhil olduğu açığa çıkar. Ne güzel bir susduruş, ne büyük bir mahcûbiyyet!..
Şeyhaynden Ömer “radıyallahü anh” halîfe iken, Allahın dînini, Resûlullahın şânını dünyâya yaymak için, şehrleri, memleketleri ele geçirdi. Arabistân yarım adasında ve doğunun, batının en uzak yerlerinde, orduları kahramanca yayılarak küfr, ahlâksızlık karanlıklarını yok edip, islâmın ışığını parlatdı. İslâmiyyete bu kadar hizmet etdiği için, acabâ hazret-i Alî onu afv etmez mi? Suçu varsa, bağışlamaz mı?