Milleti birbirine kışkırtırlar. Muhammed aleyhisselâmın islâmiyyetine değil, kendi kısa görüşlerine veyâ sapıkların, din düşmanlarının, yehûdîlerin uydurdukları, bozuk, zararlı yollara dağılırlar.
Müslimânlar, müslimânları sever. Bölücüleri sevmezler. Bunları sevmemenin büyük ibâdet olduğunu, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler bildirmekdedir. Din, nâmûs, cân ve millet düşmanları elbet sevilmez. Kâfirin cenâze nemâzı kılınmaz.
Müslimânlar, nemâz kılmıyana, oruç tutmıyana kâfir demez. Hergün beş vakt nemâz kılmak farz olduğuna inanmıyana kâfir denir. Resûlullah efendimiz böyle kâfirlerin, ölüsüne de, dirisine de la’net etmekdedir. Müslimân, Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” uymakla övünür. Kâfirler de islâm âlimlerine, saldırmakla övünüyorlar.
İslâm dînine saldıranlara şunu anlatmak isteriz ki, İslâm âlimleri, her işlerinde, Allahın rızâsını düşünmüşlerdir. Her işlerini Allah rızâsı için yapmışlardır. Hükümdârlara(Emr-i ma’rûf) ve (Nehy-i anilmünker) yapmışlardır. Ya’nî, Allah rızâsı için nasîhat yapmışlardır. Doğru yolu göstermek için kimseden çekinmemişlerdir. İslâm âlimlerinin en büyüğü olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin, bu uğurda şehîd olduğunu bilmiyen yokdur. Bunun gibi islâm âlimlerinin hepsi, gerçekleri bildirmek için, kimseden çekinmemişlerdir. Sıdk ve ihlâs ile yazdıkları milyonlarca kitâbları, bütün dünyâya, ilm ve ahlâk yaymış, mubârek ismleri her yere yayılmışdır. Kur’ân-ı kerîmin nûru ile, her millete ışık tutmuşlardır. Müslimân din adamları arasında bulunan bid’at sâhibleri, ya’nî mezhebsizler, Kur’ân-ı kerîmin dışına sapmışlar, gerçekleri örtmeğe çalışmışlardır. Çünki, ma’nevî mes’ûliyyetden haberleri yokdur. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, dinde, örtülü, kapaklı bir şey bırakmamışlardır. Fekat, sapık yolda olan yetmişiki fırkadaki bid’at sâhibleri, gençleri bu gerçeklerden câhil bırakmak istiyorlar. Böylece, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gerçekleri yok etmeğe çalışıyorlar. Bu mezhebsizlere zındık denir.
7 — Hergün beş kerre nemâz kılmak, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde emr edilmişdir. Ahzâb sûresinin yetmişikinci (72) âyet-i kerîmesinde meâlen, (Şübhe yok ki, biz, emâneti göklere ve yere ve dağlara sunduk. Onlar bunu yüklenmekden çekindiler. Ondan korkup titrediler. Onu insan yüklenerek, nefslerine zulm etdiler. Sonunu bilemediler) buyuruldu. Beydâvî tefsîrinde diyor ki: [Bu âyet-i kerîme, önceki âyetde va’d edilen se’âdetin büyüklüğünü bildiriyor. Önceki âyetde meâlen, (Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına uyanlar, dünyâda ve âhıretde se’âdete kavuşurlar) buyuruldu.