401

Mücâdele sûresinin sekizinci âyetinde meâlen, (Sana selâm verdikleri zemân, Allahü teâlânın, seni selâmladığı gibi vermiyorlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerîmede yehûdîler azarlanmakdadır. Yehûdîler, Resûlullahın yanına geldikleri zemân, (Size selâm olsun) yerine, (Size sam olsun) derlerdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de (Size de olsun!) buyururdu. Emîn olmak, korkusuz olmak demek olan selâm yerine, ölüm demek olan sam derlerdi. Böylece, yaratılmışların, geçmiş, gelecek bütün insanların en üstünü olan Fahr-i kâinâtı aldatacaklarını sanırlardı. Kendisinden ayrıldıkdan sonra, aldatdıklarını, eğer gerçekden Peygamber olsaydı, bu kötülüklerinden dolayı, kendilerine azâb gelmesi lâzım olduğunu söylerlerdi. Bunun içindir ki, bu âyetin sonunda, (Hesâblarının sonu Cehennem azâbıdır) buyuruldu.(Buhârî) kitâbında diyor ki, yehûdîler, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimizin huzûruna geldikleri zemân, kötü âdetlerine göre, şübheli, bozuk selâmlarını söylerlerdi. Âişe “radıyallahü anhâ” bunu anlayıp öfkelendi. Resûlullah efendimiz, öfkelenmenin yeri olmadığını, (Size de olsun!) dediğini, düâsının kabûl buyurulduğunu söyledi.

Münâfıkûn sûresinin birinci âyetinde, (Münâfıklar, sana geldiği zemân)kelâmı, Abdüllah bin Selûl ve arkadaşlarını göstermekdedir. Eshâb-ı kirâm ile hiçbir alâkası yokdur.

Muhammed sûresinin onaltıncı âyetinde meâlen, (Onlardan, seni dinleyenler, yanından çıkdıkları zemân…) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme de, münâfıklar için gelmişdir. Münâfıklar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında bulunup, sözlerini işitirler ise de, anlamak istemezlerdi. İmâm-ı Mukâtil [Belhlidir. 150 de Basrada vefât etdi.] tefsîrinde diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbede, münâfıklara nasîhat verirken, onlar anlamamazlıkdan gelerek, Abdüllah ibni Abbâsdan sorarlar, (Bu ne demek istiyor) derlerdi. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” ba’zan bana sorarlardı diye, bunu haber veriyor. Adâlet sâhibi olan Allahü teâlâ, sâdık olan, canla başla hizmet eden mü’minleri, münâfıklardan ayırarak, Muhammed sûresinin onaltıncı âyetini gönderdi. Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Onların kalblerini Allahü teâlâ mühürledi…)buyuruldu. Eshâb-ı kirâmı da, bundan sonraki âyet-i kerîmede hidâyet ve necât ile müjdeledi. Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü anh” diyor ki, Muhammed sûresinin yirminci âyetinin, (Kalblerinde hastalık olanları gördün) meâli, münâfıkları açıkça göstermekdedir. Çünki, üç dürlü kalb vardır: Biri, mü’minin kalbidir. Temiz ve sevgi ile Allahü teâlâya bağlıdır. İkincisi kâsî ve ölü kalbdir. Kimseye acımaz… Üçüncüsü, hasta olan gönüldür.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.