BİRİNCİ CİLD, 130. cu MEKTÛB
Görünen ve görünmiyen bütün kemâlât, bu parlak dîninin içindedir ve Peygamberlerin sonuncusuna tâbi’ olmakdadır “aleyhi ve aleyhimüssalevât vel-berekât”. Cezbe, Onun yolunda olanlara nasîb olur. Fenâ ve Bekâ, Onun hâlleridir. (Vilâyet-i sugrâ), (Vilâyet-i kübrâ) ve(Vilâyet-i ulyâ), Onun vilâyet deryâsından birer damladırlar. Nübüvvet ve risâlet, Onun nûrlarından hâsıl olmuşdur. Kur’ân-ı kerîmdeki rumûz ve işâretler, Onun esrârıdır “sallallahü aleyhi ve alâ Âlihi ve ensârihi ve sellem”.
BİRİNCİ CİLD, 195. ci MEKTÛB
Peygamberimize, İbrâhîm aleyhisselâmın milletine tâbi’ olması ve ona verilen salevâtın ve berekâtın benzerlerini taleb etmesi için emr olunmasının sebebi, İbrâhîm aleyhisselâmın makâmından geçdikden sonra varılacak, dahâ yüksek makâma kavuşması içindir. İbrâhîm aleyhisselâmın makâmından geçmek için, onun milletine tâbi’ olmak lâzımdır. Onun makâmına yükselmek için, onun milletine tâbi’ olmakdan başka yol yokdur. Bu iki makâmın birbirinden farkı, mihrâb ile mescidin birbirlerinden farkı gibidir. İmâmın, makâmı olan mihrâba vâsıl olması için, mescidden geçmesi lâzımdır. Mihrâb, bir dâirenin merkezi gibidir. Mescid, dâirenin muhîti gibidir. Makâm-ı İbrâhîme vâsıl ve sonra mahbûb halvetine dâhil olunca, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkı da yanına çekdi.
Dünyâda, çok şey gelir, câna tatlı,
Dostdan konuşmak ammâ, dahâ tatlı.