Romalılar, Gotlar, İspanyaya hâkim olmak için ikiyüz sene uğraşmışlardı. Hâlbuki müslimânlar, bu yarımadayı yirmi senede ele geçirdi. Pirene dağlarını geçerek Fransaya kadar yayıldılar. Müslimânların ilm, irfân, ahlâk bakımından üstünlükleri, silâhlarının te’sîrinden dahâ az değildi). Davenport diyor ki, (Avrupa, bugün de müslimânlara medyundur. Hazret-i Muhammed “aleyhisselâm”, (Şan, şeref ve üstünlük, mal ile değil, ilm ve irfân ile ölçülür) demişdir. İslâm devletleri, asrlarca, en muktedir ellerle idâre edilmişdir. Müslimânların üç kıt’a üzerine yayılması, târîhin en şerefli zaferleri olmuşdur). Jean Mocheim alman din adamı ve târîhcisi olup 1169 [m. 1755] de vefât etmişdir.
Bu câhil, rûh hastası, yazılarında, doğu dîne gömülerek afyonlandı, diyor. İngiliz lordu Davenport gibi müslimân olmıyan tarafsız yazarlar ise, vicdanları ile diyor ki, (Batıda Endülüs müslimânları, ilm, fen tohumlarını saçarken, doğuda Mahmûd-i Gaznevî ilm ve irfânı yayıyordu. Memleketi, fen adamlarının kaynağı olmuşdu. İslâm hükümdârı, üretimi artdırıyor, kaynaklardan topladığı serveti, iyi yerlerde memleketin ilerlemesinde kullanıyordu. Doğuda huzûr, medeniyyet böyle ilerlerken, Fransanın (yedinci Louis)si, Vitri şehrini ele geçirince yakdırdı. Binüçyüz insan da berâber yanmışdı. O zemân İngilterede iç savaşlar ölüm saçıyordu. Toprak ekilmemiş, herşey tahrib edilmişdi. Ondördüncü asrda, İngiliz, Fransız muhârebeleri, o kadar feci’, o kadar yıkıcı idi ki, târîhde benzeri görülmemişdi. Doğuda, islâm memleketlerinde ise 752 [m. 1351] de Delhî hükümdârı olan üçüncü Fîrûz Şâh Tuğluk “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ölüm târîhi olan 790 senesine kadar, nehrler üzerinde elli sed ve ayrıca kırk câmi’, otuz mekteb, yüz hân, yüz hastahâne, yüz hamâm, yüzelli köprü yapdı. Kanal açdı. Hindistânda şâh Cihânın bütün memleketi huzûr ve se’âdet içinde idi. Mühendis Alî Murâd hâna, Delhî kanalını yapdırdı. Şehrin her yerine mermer fıskıyeler, şâdırvânlar, hamâmlar yapıldı. Her evde sular akıyordu. Memleket emniyyet içinde idi).
5— (Din, bir kaderciliğin, bir kanâ’atkârlığın ifâdesi imiş. Ezilenleri, açları uyuşduran bir âhıret fikri imiş. Âhıret ni’metlerine kavuşmak için, bunları dünyâda fazla istememek lâzım imiş. Yaşamak sevinci ve ihtiyâcı, kanâ’atcılığı ve kaderciliği parçalamış ve dahâ iyi, dahâ çok kazanmak için mücâdeleyi doğurmuş. Dinler, donmuş, kalıplaşmış âdetlere bağlı sistemlere karşı olanlardan korkarlar diyor. Din afyonu, insanı silik, ısyânsız, yaşamasız kılarmış.)
Cevâb: Böyle yalan sözlere, iğrenç iftirâlara cevâb vermeğe değmez.