Risâlede cevâb olarak diyor ki: (Kehf sûresi, otuzbeşinci âyetinde meâlen, (Sâhibi ile konuşurken dedi ki, seni yaratan Rabbine kâfir oldun…) buyuruldu. Burada kâfire de, Peygamberin sâhibi denilmekdedir. Nitekim, Yûsüf sûresi, otuzdokuzuncu âyetinde, Yûsüf “aleyhisselâm” kâfirlere, (Ey, zindan arkadaşlarım…) sâhib demekdedir. Yûsüf aleyhisselâmın, puta tapan iki kâfire (sâhibim) demesi gösteriyor ki, bir Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” bir kimseye sâhibim demesi, o kimsenin iyi olmasını göstermez.)
Cevâbında deriz ki, sevişerek olan arkadaşlık elbette te’sîrlidir. Sohbetin te’sîrine inanmamağa câhillik alâmetidir denilmişdir. Müslimân ile kâfir sevişmiyeceği için, sohbetlerinin te’sîri, fâidesi olmaz. Şunu da söyliyeyim ki, Yûsüf “aleyhisselâm”ın sohbetinin bereketi, fâidesi sâyesinde, o iki putperest, müslimân olmakla şereflendi. O hâlde, Sıddîk “radıyallahü anh” her zemân herkesden çok berâber bulunduğu ve çok sevdiği hâlde, Resûlullahın sohbeti niçin ona te’sîr etmesin? Onun olgun ma’rifetlerinden neden fâidelenmesin? Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Allahü teâlânın, göğsüme akıtdığı ma’rifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebû Bekrin göğsüne akıtdım). Sevgi, bağlılık, çok oldukça, fâidelenmek de o kadar çok olur. Bunun içindir ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” bütün Eshâbın en üstünü oldu. Çünki, Onun Resûlullaha bağlılığı, herkesden çok idi. Bir hadîs-i şerîfde, (Ebû Bekrin üstünlüğü, çok nemâz kıldığı, çok oruc tutduğu için değildir. Onun kalbinde bulunan bir şey içindir) buyurdu. Âlimlerimiz “rahmetullahi aleyhim ecma’în” diyor ki, kalbinde bulunan o şey, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sevgisi idi. O hâlde, böyle bir sâhibi kötülemek, söğmek nasıl insâf olur?
4- Mâverâ’ünnehr âlimleri diyor ki: Emîr Alî “radıyallahü anh” çok kuvvetli ve Eshâb arasında çok sevilen olduğu hâlde, üç halîfeyi kabûl etdi. Hiç karşı gelmedi. Bu da, üç halîfenin haklı olduğunu gösteriyor. Haksız idiler denirse, Alî “radıyallahü anh” da kötülenmiş olur.
Risâlede, buna cevâb olarak, diyor ki: (Emîr “radıyallahü anh” cenâze işleri ile uğraşmakda iken, üç halîfe, Benî Sâ’ide çardağı altında, Eshâbın çoğunu topladı. Ebû Bekri halîfe yapdılar. Alî “radıyallahü anh” bunu haber alınca, adamları az olduğu için ve iyilerin ölmesini önlemek için, veyâ bilinmiyen başka sebebler için, harb etmeği yersiz buldu. Bu ise, Ebû Bekrin haklı olduğunu göstermez. Çünki, Alî “radıyallahü anh”, o kadar kuvveti ve cesâreti olduğu hâlde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ile ve birçok Eshâb ile, Mekkeden Medîneye, harb etmeden hicret etdi.