O zemân, harb etmeği uygun görmediler. Hicretin altıncı yılında binbeşyüz Sahâbî ile Mekkeye giderken, Hudeybiye denilen yerde sulh yapıp geri döndüler. Resûlullahın, Alînin ve diğer Eshâbın buralarda harb etmemesi câiz olduğu gibi, Alînin yalnız başına harb etmemesi elbet câiz olur. Oralarda harb edilmemesi, Kureyş kâfirlerinin haklı olduğunu göstermiyeceği gibi, Alînin harb etmemesi de, Ebû Bekrin haklı olduğunu elbette göstermez. Bunun gibi, Fir’avn Mısrda, dörtyüz sene, tanrılık da’vâ etdi. Şeddâd ve Nemrud gibi krallar da, yıllarca bu bozuk da’vâda bulundu. Allahü teâlâ, sonsuz kuvvet, kudret sâhibi iken, bunları öldürmedi. Allahü teâlâ bile, düşmanından intikam almakda acele etmediğine göre, bir kulun, düşmanına karşı koymaması, niçin câiz olmasın? Emîr, onların hilâfetinde, istemiyerek, ortalığı idâre etmek için susdu. Severek kabûl etmedi.)
Cevâbında deriz ki: Mâverâ’ünnehr âlimlerine göre, Alînin Ebû Bekr “radıyallahü anhümâ” ile harb etmemesi ve Ona uyması, Onun doğru halîfe olduğunu gösteriyor. Bu ise, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”, Kureyş kâfirleri ile harb etmediği için ve Allahü teâlânın Fir’avn, Şeddâd ve Nemrud gibi düşmanlarını öldürmeği gecikdirdiği için red ve inkâr edilemez. Risâlenin bu misâlleri, kendi sözlerini çürütmekdedir. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Allahü teâlâ, bu düşmanlarını hep kötüledi. Hep kötü ve alçak olduklarını bildirdi. Onlar nerede, bu iş nerede? Benzerlik, nerede? Alînin, Ebû Bekri “radıyallahü anhümâ” kabûl edip Ona uyduğunu bildiren haberlerin çokluğu karşısında, bunu inkâr edemedikleri için, işi başka yola çevirmek zorunda kalıyor ve istemiyerek, idâre için kabûl etdi, diyorlar. Ebû Bekrin “radıyallahü anh” hilâfetini haksız göstermek için, başka cevâb bulamıyorlar. Bu işin içinden, başka sözle kurtulamıyorlar. Burada, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” nasıl halîfe seçildiğini, en sağlam kaynaklardan alarak, açıklıyalım. Alîyi “radıyallahü anh” zor ile, ortalığı idâre için, yanlış iş yapmak küçüklüğüne düşürmeğe imkân olmadığını bildirelim.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edince, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm ecma’în”, defn işlerinden önce, halîfe seçmeğe başladı. Önce, mü’minlere bir başkan bulmağı, kendilerine vazîfe bildiler. Hattâ bu işi, birinci vazîfe gördüler. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, had cezâlarının verilmesini, vatanı düşmana karşı korumağı, asker hazırlamağı ve benzerlerini emr buyurmuşdur. Bu işler ise, ancak devlet tarafından yapılır. Bunun için, bir devlet reîsi seçmek, müslimânlara vâcib olur.