Âmîn. Bu risâlenin temâm olmasını nasîb etdiği için, Allahü teâlâya hamd olsun ve en çok sevdiği, ümmî Peygamber Muhammed aleyhisselâma kıyâmete kadar, düâlar ve selâmlar olsun!
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerinin (Redd-i revâfıd) risâlesi, Hindistânda ve Pakistânda basılmışdır. Pakistânda, Haydarâbâd üniversitesi profesörlerinden Gulâm Mustafâ hân da, 1385 [m. 1965] senesinde urdu tercemesi ile birlikde, (Te’yîd-i ehl-i sünnet) ismini vererek nefis olarak basdırmışdır. Bu baskısı, 1397 [m. 1977] senesinde, (Mebde’ ve Me’âd) risâlesi ile birlikde, İstanbulda ofset yolu ile tekrâr basdırılmışdır. Bu risâleyi Hind âlimlerinden şâh Veliyyullah Dehlevî arabîye terceme etmiş ve Hindistânda basılmış ve İstanbulda ofset baskısı, (En-Nâhiye) kitâbının sonunda neşr edilmişdir.
Asrların pek az yetişdirdiği büyük âlim kayyûm-i âlem, şeyh Muhammed Ma’sûm bin Ahmed Fârûkî “kuddise sirruhumâ” hazretlerinin [1009-1079 [m. 1667] Serhendde](Mektûbât) kitâbının ikinci cildinin, otuzaltıncı mektûbu, uzun ve çeşidli süâllere cevâb vermekdedir. Bu mektûbun, yalnız sekizinci süâlinin cevâbını, buraya terceme etmek uygun görüldü.
Süâl: (Şerh-i Dîvân-ı kütüb-i tevârîh)de diyor ki, (Hazret-i Emîr “kerremallahü teâlâ vecheh” bir kısm insanların kendisine düşmanlığını anlayınca, Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” ve Onun gibilerden beş kişiye, beş vakt nemâzdan sonra, la’net etmeğe başladı. Onlar da, bunu duyunca, hazret-i Emîr, hazret-i Hasen, hazret-i Hüseyn, Abdüllah ibni Abbâs ve Mâlik-i Ejderden “radıyallahü anhüm ecma’în” müteşekkil olan beş kişiye beş vakt nemâzdan sonra la’nete başladılar. Hattâ, Benî Ümeyye halîfeleri, bu alçak işi büsbütün ortaya yaydı. Hutbelerde Ehl-i beyte la’net etdiler. Bu hareket, Ömer bin Abdülazîzin, bunu kaldırmasına kadar devâm etdi. Ömer bin Abdülazîz, bu la’neti kaldırıp, yerine, Nahl sûresi, doksanıncı âyet-i kerîmesini okutdu). Acabâ bu çirkin hâdise olmuş mudur, yoksa olmamış mıdır?
Cevâb: Tepeden tırnağa kadar rahmet olan hazret-i Emîr “kerremallahü teâlâ vecheh” hâşâ ve kellâ, herhangi bir müslimâna bile la’net etmemişdir. Nerde kaldı ki, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” eshâbına ve hele çok kerre hayr düâ etdiği Muâviyeye “radıyallahü anh” la’net etmiş olsun. Hazret-i Emîr, Muâviye ile birlikde olanlar için, (Kardeşlerimiz, bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. İctihâdları ile hareket ediyorlar) buyurdu. Bu sözü, bunlardan küfrü ve fıskı uzaklaşdırmakdadır. O hâlde, niçin la’net etsin? İslâm dîninde hiç kimseye, hattâ frenk kâfirine bile, la’net etmek ibâdet değildir.