37
Prof. Dr. ABDÜLKERÎM GERMANUS
(Macar)
(Prof. Dr. Germanus, Budapeşte Üniversitesinde “Şark ilmleri” profesörü olup, bütün dünyâca meşhûrdur. Kendisi Birinci ve İkinci Cihân Harbleri esnâsında Hindistânı gezmiş ve bir müddet Tagorenin idâre etdiği (Şanti Naketen) Üniversitesinde hocalık yapmışdır. Bundan sonra, Delhîye gelmiş ve (Câmi’a-i Milliyye)de müslimân olmuşdur. Prof. Germanus bilhâssa Türk lisânı ve Türk edebiyyâtı üzerinde büyük bir nüfûz sâhibi [otorite] kabûl edilmekdedir.)
Dahâ yeni delikanlı olmuşdum. Yarı çocuk sayılırdım. Yağmurlu birgün, elime eski bir resmli dergi geçdi. Bunda uzak memleketlere âid resmler bulunuyordu. Sahîfeleri kaydsızca çevirirken, birdenbire bir resme gözlerim takıldı. Bu resmde birtakım tek katlı küçük evler, bunların etrâfında, içinde güller bulunan bağçeler vardı. Evlerin damları üzerinde bizim bilmediğimiz biçimde birtakım güzel elbiseler giymiş insanlar oturuyor ve bir yarım ayın ancak aydınlatdığı alaca karanlık semâ altında kendileri ile sohbet eden birisini dikkat ile dinliyorlardı. İnsanlar, elbiseler, evler, bağçeler Avrupadakilerden temâmen farklı idi. Resm altında bulunan ifâdeden anlaşıldığına göre, bu resm, Arabistânda, küçük bir şehrde, bir meddâhı dinleyen Arabları gösteriyordu. Ben, o zemân onaltı yaşındaydım. Macaristanda, koltuğa kurulmuş bir üniversite talebesi Macar olarak, bu resme bakdıkça, kendimi sanki orada, o Arabların yanında, meddâhın tatlı ve gür sadâsını duyuyor, bundan zevk alıyordum. Bu resm, hayâtıma bir istikâmet verdi. Hemen Türkçe öğrenmeğe başladım. Çünki artık şark ile alâkam hâsıl olmuşdu. Türkçe öğrendikçe, farkına vardım ki, Türk dilinde Türkçe kelimeler azdır ve Türkçenin şi’ri, Fârisî, nesri ise, Arabî ile takviye edilmişdir. O hâlde şarkı iyice anlamak için, bu iki dili de öğrenmek îcâb ediyordu. İlk Üniversite ta’tîlinde Macaristana en yakın olan Bosnaya gitmeğe karar verdim. Hemen yola çıkdım. Bosnaya gelince, bir otele iner inmez (Buradaki müslimânlar nerede bulunur?) diye sordum. Bana bir yer ta’rîf etdiler. Oraya gitdim. Türkçeyi dahâ ancak yarım yamalak biliyordum. Acabâ Türklerle anlaşabilecek miydim? Müslimânlar, kendi mahallelerinde, bir kahvede toplanmışlar, keyf çatıyorlardı. Bunlar şalvarlı, bellerinde kuşak ve kuşağın içinde parlak kınlı hançerler bulunan ciddî sûretli, iri yarı insanlardı.